Bu liste kendini güncelleyecektir...
Devamını Oku »
- Anasayfa
-
Gezi Yazıları
- Üsküp - Bizden Bir Yer
- Manastır - Bitola Moi Raden Kraj
- Ohrid - Cennetten Bir Köşe (2.Bölüm)
- Ohrid - Cennetten Bir Köşe (1.Bölüm)
- Belgrad'dan Üsküp'e... Üsküp'ten Ohrid'e Bir Seyyah Efe...
- Belgrad - Beyaz Şehir
- Vrsac - Küçük Bir Sırp Kasabası
- Timisioara - Uyumayan İnsanlar Diyarı
- Oradea ! Yolculuk Başlasın !
- Bir Gezi Planı Nasıl Hazırlanır ?
- Balkan Flexi Pass Hakkında
- Vize İşlemleri
- Ivır Zıvır
- Erasmus
- Ölmeden Önce
- İletişim
8 Aralık 2015 Salı
10 Haziran 2015 Çarşamba
Üsküp – Bizden Bir Yer
Gece 10 civarı halk oyunları camiasında sıkça duyduğum, ancak oynamaya bir türlü fırsatım olmayan Üsküp
Yöresi’ne 42 numara adımlarımı atmak nasip oldu. Çok değil 3-4 gün önce
Belgrad-Ohrid rotasında ara durak olarak kullanmıştım burayı ve Belgrad'dan Üsküp'e... Üsküp'ten Ohrid'e Bir Seyyah Efe... yazımda geniş yer vermiştim Üsküp Tren Garı’na. Tren garına vardığımda Makedon
polisi çekik gözlü bir aileyi adeta tutsak almış ve etrafına kimseyi
yaklaştırmıyorlardı. Acaba ne suçları vardı ?
2 Mayıs 2015 Cumartesi
Manastır - Bitola Moi Roden Kraj (Bitola, Benim Güzel Memleketim)
MANASTIR
(BİTOLA)
Manastır... Belki size ilginç gelecek ama çocukluğumdan
beri hayalini kurduğum şehirlerden biri. Sonunda bu esrarengiz ve sevimli Makedonya
şehrindeyim.
Ülkenin Üsküp’ten
sonra 2’inci büyük şehri. Biz her ne kadar Manastır olarak bilsek de bu isim
Yunanca’dan kalma imiş. Şehrin şu an ki adı Osmanlı döneminde kullanılan
Bitola. Yaklaşık 100bine dayanan nüfusu ile dümdüz Palegonya Ovası’na
kurulmuş. Kardeş şehri ise cağğnıım Bursa’m. Yükselti yok denecek kadar az.
Yeşillikler içinde bir yer. Zaten Ohrid – Manastır (ya da Bitola) yolu da yemyeşil.
Sanki Karadeniz turu yapıyorum. Sağınızda orman, solunuzda nar bahçeleri. Dilinizde
“Bitola, moi roden kraj” nağmeleri. (İtiraf ediyorum aylar sonra
Türkiye’ye geldiğimde hala dilimdeydi bu hoş türkü.) Türkçesi ise “Bitola,
benim güzel memleketim.” demek imiş. Denildiği kadar güzel mi, bakalım gezip
göreceğim.
1990'ların Türkiye’sinden
kalma eski 403’lerden virane bir otobüs ile yolculuğum tüm hızıyla devam
ediyor. (Hep kullanmak istemişimdir ‘tüm hızıyla’ ifadesini. Sonunda!) Otobüsün
yaş ortalaması ben diyeyim 50, siz deyin 55. Sanki Ohrid’in ve Manastır’ın tüm
tonton teyze ve amcaları beni beklemişler seyahat etmek için. Arkamda oturan
amca da sağ olsun Ohrid’den çıktığımızdan beri Tarzanca bir lisan ile telefonla
konuşuyor. Arada inşallah, maşallah dışında Türkçe kelimeler de kulağıma
çarpıyor. “Haydiiiii, nerdedir big toto.” “Öyleee?” “Onundur bir toto.”
“Şenol’a dedim ki var ben.” “Haydi sağolasaaan.”
Manastır Askeri Lisesi Müzesi’ndeyim.
Seni ilk gördügümde mermerden bir mozolenin 7 metre altında yatıyordun.
Sonra biraz büyüdüm koca bir adam olarak savaştığın, emirler verdiğin, göğsüne
şarapnel parçasının geldiği Çanakkale'de gördüm seni. Biraz daha büyüyünce 3,5
sene de olsa seninle aynı üniformayı giyerek aynı sıfata sahip olmanın haklı
gururunu yaşadım, "HARBİYELİ" olarak. Hatta aynı sınıftık,
piyadeydik. Tabi fark ettim ki ben büyüdükçe sen gençleşiyordun. Şimdi ise
kendime amaç edindiğim `seni yaşama görevinin` sondan bir önceki adımındayım.
Şu sokakların, koridorların dili olsa da konuşsalar. Anlatsalar askeri
lise`li Mustafa Kemal nasıl biriydi. Anlatsalar Eleni ile aşkınızı. Ya da
anlatsalar yıllar sonra İttihat Ve Terakki olarak muhaliflik nasıl yapıldı bu
evlerde. Anlatılacak o kadar şey var ki zihinlerde...
Dışarıdan bakıldığında küçük bir yapı. Yıllar boyunca tarih kitaplarında ve Anıtkabir’deki maketi ile şekillendirmiştim kafamda. Ancak beklediğim kadar büyük değilmiş. Dış duvarlarına yapılmış grafitiler ve bakımsızlığı içimi cız etti adeta. Böylesine önemli bir yapı neden bu kadar bakımsız eyy Bitola Belediyesi ? Eyy Makedonya Kültür ve Turizm Bakanlığı ! Küçük ve sevimli giriş kapısından mezar taşları ile bezenmiş bahçesine adım attım. Mezar taşları ne alaka ? Ben de bilemedim. Müzenin içerisindeki danışma masasında tatlı dilli bir ablamız karşıladı. 50 MKD vererek bilet almak zorundasınız. Haydi size müze hakkında bilgilerimi arz edeyim :
Şimdiiii... Müze diyorum ama
yeterinde küçük bir yer. Kırmızı halılı merdivenlerden yukarı çıkınca solda ve
sağda olmak üzere iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde 1. Dünya Savaşı’ndan kalma
parçalar var. Silahlar, belgeler, haritalar, yöresel kostümler, arkeolojik
kalıntılar ve aklınıza ne gelirse. Antika değerinde eşyalar olduğu için bu
bölümde fotoğraf çekmek yasak. İlla çekinmek istiyorsanız danışmaya
söylüyorsunuz ve belli bir ücret karşılığında onlar sizin fotoğrafınızı
çekiyorlar. İlk bölüme hızlı bir göz gezdirip hemen beni ilgilendiren ikinci
bölüme geçtim. Mustafa Kemal ATATÜRK anı odası... 9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman
Demirel girişimi ve desteği ile 1998 yılında hizmete açılmış. İçerisinde
Atatürk’e ait birçok obje var. Kitaplar, üniformalar, plaketler, resimler,
balmumu heykel ve bronz büst ve en önemlisi mektuplar. Evet mektuplar. Hele bir
tanesi var. İnsanı kendinden alıyor. Manastırlı Eleni’nin askeri lise öğrencisi
civan delikanlık Selanikli Mustafa Kemal’e yazdığı mektup. Aşk mektubu... Önce bir okumanızı isterim :
Anı defterine içimden ne geliyorsa yazdım ve imzaladım. Müzede Ankara’dan gelen emekli mühendis bir beyefendi ile tanıştım. Eğer kendisi okuyor ise selam olsun. Kısaca hikayemi anlatınca “Helal olsun sana evlat !” dedi, içimi okşadı. Daha sonra küçük Manastır sokaklarında belki beş defa karşılaştım kendileri ile.
Anı defterine içimden ne geliyorsa yazdım ve imzaladım. Müzede Ankara’dan gelen emekli mühendis bir beyefendi ile tanıştım. Eğer kendisi okuyor ise selam olsun. Kısaca hikayemi anlatınca “Helal olsun sana evlat !” dedi, içimi okşadı. Daha sonra küçük Manastır sokaklarında belki beş defa karşılaştım kendileri ile.
Müzede içime dolan tarifsiz
duygu seli ile başladım Manastır sokaklarını keşfetmeye. Mezar taşlarının
arasından geçince karşınızda Şırok Caddesi’ni göreceksiniz. Belgrad’da
Mihalioava Caddesi’ne yaptığım tüm benzetmeler Şırok Caddesi için de geçerli.
Şehrin kalbi niteliğinde. Trafiğe kapalı ve her türlü ihtiyacınızı giderecek
cinsten. Sağlı sollu kafeler, barlar, kitapçılar alışveriş merkezi ve nicesi.
Bu arada AVM’nin önüne gelirseniz “Badem Bitola” adında şifresiz internet ağı
var. (Bu da benden size kıyak olsun.)
Şırok’ta dışında Atatürk
silueti olan “Tarihi İstanbul Dönercisi” bulunuyor. Tavuk döner 80 MKD, et
döner 90 MKD, çay 30 MKD, ayran 30 MKD, fırında sütlaç 70 MKD, mercimek çorbası
70 MKD. Notlarımı aktarırken bi sütlaç olsa da yeseydik.
Her daim Türkçe kelimeler
duyabileceğiniz Şırok Caddesi’nin sonunda şehrin merkezi ve buluşma noktası
olduklarını düşündüğüm tarihi bir saat kulesi ve cami bulunuyor. Gözlerim o
meşhur türküye dize olan meşhur çeşme ve meşhur havuzu aradı.
Manastır kızları hepsi de yavuz
Biz çalar oynarız
Manastır'ın ortasında var bir çeşme
Aman çeşme canım çeşme
Manastır kızları hepsi de seçme
Biz çalar oynarız
Manastır'ın ortasında var bir pınar
Aman pınar canım pınar
Manastır kızları hepsi de çınar
Biz çalar oynarız"
Eski vakitlerdeki önemi ve durumu hakkında edecek lafım yok ama günümüzde bir numarası kalmamış bu çeşme ve havuzun.
"Manastır'ın ortasında var bir havuz
Aman havuz canım havuzManastır kızları hepsi de yavuz
Biz çalar oynarız
Manastır'ın ortasında var bir çeşme
Aman çeşme canım çeşme
Manastır kızları hepsi de seçme
Biz çalar oynarız
Manastır'ın ortasında var bir pınar
Aman pınar canım pınar
Manastır kızları hepsi de çınar
Biz çalar oynarız"
Eski vakitlerdeki önemi ve durumu hakkında edecek lafım yok ama günümüzde bir numarası kalmamış bu çeşme ve havuzun.
Çeşme ve havuzun ardındaki
köprüyü geçip sağa dönünce biraz aşağıda şehir pazarı var. Not etmişim, size
aktarmamak olmaz, domatesin kilosu 20 MKD.
Sıra geldi sonra değineceğim
dediğim kablosuz ağ kaynağına. Tren garının tam karşısında Puknik (Piknik demek sanırım) gibi bir
isme sahip çay bahçesinden bozma, düğün salonu olarak da kullanılabilen bir
açık hava mekanı var. Şansıma kapalı bölümünde düğün vardı. Yöresel danslara olan merakımdan ötürü
kapalı alanın hemen önündeki masaya oturdum. Yine + 60 yaş ortalamasına sahip
olduğunu düşündüğüm yaşlı bir populasyon var. (Buralarda neden hep yaşlı
insanlar var ?) Söylemeden edemeyeceğim giyimleri çok Avrupai. Zevkli bir dans icra ediyorlar içeride. Halay desem halay değil, karşılama desem hiç değil. Ama
müziği ve figürleri çok eğlenceli. Enstrüman olarak klavye ve akordiyon var. Halka şeklindeki gruptan sırası ile birer kişi ortaya geçiyor ve elinde kırmızı
mendil ile çeşitli figürler sergiliyor. Herkes yeteneğini konuştururken
halkanın geri kalanı da ortadakinin yaptığını yapmaya çalışıyorlar. Mekanda
fiyatlar çok ama çok uygun. Bira 50 MKD. Emirhan’ın gitmeden önce sıkı sıkı
tembihlediği “baked chese” 80 MKD. Siparişlerimi beklerken birikmiş notlarımı
yazma vakti.
Baked chese sipariş edince
toprak çömlekte peynirli bir ürün beklerken mantar ızgara geldi önüme. “Yan
masadan mı acaba ?” diye düşündüm ve kabul ettim. Benim peynirli yemek
gelmeyince de bi güzel gömdüm. Biranın yanında da çok iyi gidiyor, haberiniz
ola. Garsona siparişimi sorunca “Geldi ya.” Demesin mi. Siparişler karışmış
anlaşılan. Neyse, nazar boncuğu olsun.
Bu arada Balkanların güney
sınırına yakın olduğumdan mıdır bilinmez mükemmel bir hava var.
Şehir küçük olduğu için
tramvay ya da metro ulaşımı yok. Sadece küçük dolmuşlar gözüme çarptı.
İnsanlar tokalaştıktan sonra
sadece sağ yanaklarını değdiriyorlar. Bayramlarda yüzümüzü yıkamışa çeviren
teyzeleri düşünüce mantıklı geliyor bu gelenek. Türkiye’de olsa en azından
yüzümüzün bir yarısını ıslattırmış oluruz. Sol taraf temiz kalacak.
Tren vakti geldiği için
istasyona geri geldim. Sonunda günlerden pazar olmasına rağmen görevli bir şahıs buldum. Yarım yamalak bir dil
ile Türk olduğumu deyince “Extra Turco” gibi bir şey dedi. “Süper Türk” demekmiş.
Tatlı bir tebessüm ile teşekkürlerimi bildirdim.
1900lü yılların başına büyük kentler arası ulaşımın sadece trenle olduğu düşünürsek Mustafa Kemal kaç kere arşınladı acaba bu kaldırımları ? Bugün ne kadar da ortak anılar yaşadım kendisi ile. Ne mutlu bana bu imkana sahip olduğum ve gezme arzusunu bir an olsun içimden atamadığım için... Müteşekkirim herkese ve sizlere.
Sonunda trenin hareket saati geldi çattı.
Trenin içi tahmin edebileceğinizden daha pis. İnsan bi temizler değil mi ama ? Günün yorgunluğu sebebi ile koltukta sızıverdim. İnsan seslerine uyanınca tek başıma tüm kompartımanı işgal ettiğimin farkına vardım ve paylaşımcı ruhuma engel olamadım yine.
Üsküp’e doğru yol alırken
kondüktör geldi ve biletime tarihi işledi. Hani Latin alfabesi olunca tarih
yazmıyorlardı ? Hani onlardandık ? Ya da onlar bizdendi ? Boşu boşuna biletten bir günü
heba ettik iyi mi ? Tekrar gün hesaplaması yapmam gerekecek anlaşılan. Her
neyse. Üsküp’te görüşürüz.
Haydiiii....
Haydiiii....
La revedere !
14 Şubat 2015 Cumartesi
Ohrid - Cennetten Bir Köşe (2. Bölüm)
Cennetin yeryüzündeki gölgesi Ohrid'deki 2. günümdeyim.
Günümün tamamını bu güzel memleketin her köşesini didik didik etmeye planladığım için erken saatte kalktım. Sabah kahvaltısı için tartışılmaz börek ! Ohrid'e gitmeyi planlayanlar bu dediğim yeri not etsinler, mutlaka orada yesinler böreklerini. Ana meydanda Migros'un çakmasını göreceksiniz (Yeşil kanguru maskotu ile). Onun yanındaki bulvardan dümdüz devam edip sağa dönünce Casino'nun karşısında gördüğünüz sarı yıldızlı mekandan alınız böreğinizi. 1 porsiyon peynirli börek 50 MKD. Böreğin yanına ayran istememe rağmen, yoğurt geldi. Ama bildiğimiz yoğurttan biraz farklı. Bu içilebilen cinsinden. 1 porsiyonu börekçide gömdükten sonra 1 porsiyon da paket yaptırım kutsal mekanım İstanbul Çayısı'na doğru gezi planımı hazırlamak üzere yol aldım.
Sokakta gezen Türk gruplar da var. Ama sanki tek Türk onlarmış gibi hareket ediyorlar ya, ifrit oluyor insan. Yahu arkadaş kahkahalarınızın ve konuşmalarınızın şiddetini düşürsenize biraz !
Farkındayım İstanbul Çaycısı'ndan bahsediyorum sürekli. Ama bu son, söz. Mevzu bahis mekan 2010 yılından beri varmış. Hesabı ödemeye gittiğimde ablamız Makedon paralarından bıktığını ifade etti durup dururken. Neden böyle dediğini anlamaya çalışmadım hiç ve cebimden 1 Lei çıkardım verdim. Paranın plastikten yapıldığını, yıkanınca bozulmadığını ve yırtılmadığını gören ablamız şaşırdı tabi ve vergi levhasına benzeyen tabloların birinin kenarına iliştiriverdi. Bugün de birisini mutlu ettim ya, ne mutlu bana.
Bu arada 60 MKD'ye güzel hediyelikler alabilir, kendi yurdunuzda sizleri bekleyen sevdiklerinizi de mutlu edebilirsiniz.
Türk Sokağı'ndan meydana giderken sağ tarafta 2. kattaki ahşap oymacılığı atölyesi tarzındaki mekan dikkatimi çekti. (Hemen üstteki resim.) İçeri girdim ve tüm güleryüzlülüğü ile Stefani Abi kapıda karşıladı. Türkiye'den geldiğimi belirtince gözleri parladı resmen. Karşımda Türkiye aşığı bir insan duruyor. Defalarca İstanbul'a fuarlara katılmak için gitmiş. Hediye olarak şehir rehberi verdi. Kendisine teşekkür edip ayrıldım yanından.
Antik Tiyatro'ya yakın olduğumu fark edince onu da aradan çıkarmak istedim. Aslında bi çekiciliğini gördüm diyemem. Nedense bu tarz yapılar hiç cezbetmedi beni şimdiye kadar. Vaktiniz var ise yine de uğrayın derim.
Tiyatroya gelmişken hemen dibindeki kaleye de uğramamak olmaz. Ohrid'i ve gölü gören mükemmel bir manzara var. Kalenin burçlarına çıkıp iyot kokusunun genizlerinizi yakmasına müsaade ediniz.
![]() |
Before The Rain filminden bir kare |
Bugün mümkün olduğu kadar çok yer gezmek istiyorum. İlk olarak sizlere kesinlikle tavsiye ettiğim, 1984 yapımlı Before The Rain (Yağmurdan Önce) filminde kendine hayran bıraktıran manzaraya sahip Kanoe Kilisesi'ne gitmeyi düşünüyorum. Yolumun üzerinde pazara denk geldim. Üzüm 40 MKD, şeftali 20 MKD. Bunu da paylaşmadan edemedim. Yolu tam tutturamayınca başka bir ahşap dükkanına girdim. Buradaki abimiz de Türkiye aşığı çıktı. Ne tesadüf ! Aşhap oymacılığı ustalarının işi de hakikaten zormuş. 10x10 cm'lik bir alanı 24 saatte şekillendiriyorlarmış. Günde 8 saat çalışsa 3 günlerini alıyor yani. Kanoe Kilisesi'ne nasıl gideceğimi tarif eden ustama bir selam çakıp ayrılıverdim yanından.
Bu arada St. Sophia Kilisesi'ne denk geldim. Dayanamadım girdim içine. Kesin olarak bilinmemekle beraber 1000'li yıllarda yapıldığı tahmin edilmekteymiş. Girişleri ücretli. Yabancılara 100 MKD, gruplara 50 MKD, öğrencilere ise 30 MKD. Türkiye'deki üniversite öğrenci kartı yeterlidir indirimden yararlanmanız için. Mekan tarihi olduğu için içeride resim çekmek ve video kaydetmek yasak. Bu yüzden iç mekan resimlerini Google'dan kopyaladım. İçeride iki tane afilli kutu bulunuyor. İnsanlar bu kutuların içine para ve bileklik tarzı eşya atıyorlar. Hatta ben para veya bileklik bırakmadım diye bana ters ters baktılar. İyi de sizin geleneklerinizi ya da ibadet şeklinizi bilmiyorum ki. Biraz saygı lütfen ! Şimdi de diğer taraftaki çekik gözlü adama değişik bir şekilde bakmaya başladılar. Hıristiyan olabilirsiniz de saygısızlık yapmadık ki sizin mabedinize ya da inancınıza. Hatta sağ ayakla girdim içeri. Çıkarken de küçükken annemin Bilecik'te Şeyh Edebali Türbesi'inde öğrettiği gibi saygı göstergesi olarak geri geri çıktım.
St. Sophia Kilisesi'nden sonra "Antik Tiyatro'ya gitsek mi ya ? Ne tarafta acaba ?" diye sesli düşünen emekli öğretmen grubuna benzeyen bir grup ile karşılaştım. Yardımsever kişiliğim göstererek yerini tarif ettim. Ama çok yokuş olduğunu da belirttim. Sonrasında ise gitmekten vazgeçtiler. İşte benim emekliliğim de böyle üşengeç bir yaşam olacak sanırsam.
Kiliseye giderken yol üzerinde göreceğiniz göl manzaralı restoranlarda balık + şarap 4-5 Euro civarında. Avrupa'ya göre ucuzun da ucuzu. Böreğe odaklanmış midem ve bünyemden dolayı ben denemedim ama bu lezzeti tatmanızı tavsiye ederim.
Dar sokaklardan geçip tahta iskelelerden yürüyerek eski sarayın eteklerinden sonunda ulaştım St. Jovan Kanoe Kilisesi'ne. Kapıdan içeri doğru baktım. Mumlar, tütsüler, çeşitli çiçekler, değişik tipte insanlar var. Böyle küçük mistik mekanlar bana her defasında korkutucu gelmişlerdir. Bahsetmiş olduğum "Before The Rain" filminden de biraz etkilenmiş olduğum için giremedim içeri.
Şu gözlerimin şahit olduğu mükemmel manzaralardan biri daha karşımda. Ohrid Gölü tüm turkuaz rengi berrak suyu ile ayaklarınızın altında Arnavutluk'a doğru uzanırken yanaklarınızı okşayan hafif rüzgar da tüm dinginliğinizi alıyor. Açıkçası bu manzarayı görmek için Ohrid merkezinden biraz yürümeniz gerekiyor. Ama kesinlikle sonuna kadar değecektir. Güvenin bana ! Kilisenin bahçesinde 3 gezgin tipli genç oturmuş gitar çalıyorlar. Ortam kuuul. Nefeslenirken şimdiye kadar olan kısmı unutmadan not edeyim bari. İnsanlar kiliseden çıkarken istavroz hareketi yapıyorlar.
Kilisedeki manzara hevesimi aldıktan sonra tepelere vurdum kendimi. Kilisenin yanındaki merdivenleri takip ederseniz patikaya ulaşabilirsiniz. Patikayı ve tabelararı takip ederek muhteşem Ohrid Kalesi'ne ulaşabilirsiniz. Merkezde 60 MKD olan magnetleri bu patika üzerinde 30 MKD'ye alabilirsiniz. Yol üzerindenki mekanlara oturup göle karşı Skopsko'nuzu ya da Türk Çay'ınızı içebilirsiniz. Yalnız içimi acıtan bir olay oldu. Patikanın içinden geçen ormanı kazmışlar, talan etmişler. Sit alanı yazısı olmasına rağmen otel dikeceklermiş güzelim alana. Aslında çok da yabancı olmadığımız bir tablo. Ne dersiniz ? Ohrid'de de bir #OccupyKanoeChurch hareketi başlatsa insanlar, haklı olurlar mı ? Tartışma konusu.
Patikayı takip ederek kuruyan damağımı canlandırmak maksadıyla Teras Cafe'ye oturdum. Şifresi jakov123 olan wi-fi bulunmaktadır. Skopsko 100 MKD. İçmedim ama çayları da var.
Dar yolları takip ederek St. Constantin Kilsesi'nin yanındaki merdivenleri takip ederek Stafani Abi'nin ahşap dükanının oraya indim yine. Bastıran yağmur neticesinde pansiyona gittim ve ikinci günümü tamamladım.
Bir sonraki Ohrid gezime sakladığım Sveti Naum ile ilgili de yazmak istiyorum. Gölü besleyen suların kaynak bölgesi mevzu bahis yer. Rivayete göre etrafında yılın her günü için olmak üzere toplamda 365 adet kilise varmış. Sveti Naum'da bulunan gölcükler üzerinde tekne turuna çıkabilir, restoranlarda yemek yiyebilirsiniz. Buyrun efendim Fikri arkadaşımın objektifinden olan görsellere >>>>>
Sabah Manastır'a gitmeyi planladığım için erkenden kalktım ve pansiyondaki misafir defterine notumu düştüm : "Thank you for everthing ! Buralardan bir Türk geçti."
Bitola'ya (yani Manastır'a) 10:00 otobüsü ile gideceğim. Otobüs bileti 200 MKD. Otogara geçtim ve Ohrid'in berrak suyu ile demlenmiş son çayımı yudumluyorum.
Bu arada Tiran'dan Ohrid'e gelmek isteyenler için ipucu vereyim. Öncelikle Tiran'a 6 saat mesafedeki Struga'ya geliniz. Struga-Ohrid arası ise 15 km olup dolmuşlar ve uygun fiyata taksiler bulunmaktadır.
Ben çocukluk hayalim olan Manastır'a yol alırken sizleri de muhtelif Ohrid manzaraları ile başbaşa bırakıyorum. Görüşmek üzere caağğğğnımmm Ohrid. Tekrar görmeye geleceğim seni !
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)