10 Haziran 2015 Çarşamba

Üsküp – Bizden Bir Yer


     Gece 10 civarı halk oyunları camiasında sıkça duyduğum, ancak oynamaya bir türlü fırsatım olmayan Üsküp Yöresi’ne 42 numara adımlarımı atmak nasip oldu. Çok değil 3-4 gün önce Belgrad-Ohrid rotasında ara durak olarak kullanmıştım burayı ve Belgrad'dan Üsküp'e... Üsküp'ten Ohrid'e Bir Seyyah Efe... yazımda geniş yer vermiştim Üsküp Tren Garı’na. Tren garına vardığımda Makedon polisi çekik gözlü bir aileyi adeta tutsak almış ve etrafına kimseyi yaklaştırmıyorlardı. Acaba ne suçları vardı ?



     Gece vakti olmasına rağmen ummadığım bir araç yoğunluğu var. Arabalar vızır vızır geçiyor. Klakson (klakson ne ya, korna o korna !) sesleri ve gözüme çarpan curcuna halindeki trafik Üsküplülerin biz Türklere gerçekten de benzediğini gözler önüne sermeye yetti de arttı bile.




   
  Manastır’dayken Üsküp’te gecelemek için hostel rezervasyonu yapıp tren garından nasıl gidilmesi gerektiğini kabaca çizmiştim ajandama. Böylelikle kolayca buldum hosteli. Bu akşamı Backpackers Hostel’de geçireceğim. Geceliği normalde 10 Euro, fakat rezervasyon yaptığım için 6,5 Euro’ya kalıyorum. Sıcak aile ortamından dolayı kesinlikle tavsiye ediyorum. 8 kişilik odada 6 kişi kalıyoruz. En güzellerinin adı Tamara olan 3 Litvanyalı bayan arkadaş, 2 Amerikalı genç adamlar ve ben. Odaya girince “welcome” nidalarıyla karşılandım. Türk olduğumu öğrendiklerinde samimi bir ilişki oluştu aramızda. Amerikan arkadaşlar Makedonya’dan sonra Türkiye’ye geçeceklermiş. İstanbul’da mutlaka yapmaları gereken şeyleri ve gitmeleri gereken yerleri listeledim. Kanka olduk resmen. Dünya siyaseti, ülkelerin koltuklarında oturanlar yüzünden ne kadar çirkin olursa olsun insanlar iyidir nihayetinde. Litvanyalı bayanlar da sanat tarihi okuyorlarmış. Onlarla da bilgimin yettiği kadar sohbet ettim. Şansıma ve sohbetimin güzelliğinden dolayı çift kişilik yatağı bana tahsis ettiler, tek kişilikleri kendileri aldılar, sağ olsunlar. Yorgunluk hat safhada olduğu için sohbeti bitirip dışarı çıkma tekliflerini reddederek yatağa attım kendimi. Biraz Ahmet Ümit abimizi okuduktan sonra sızmışım.

     Sabah erken saatte resepsiyondan gelen ablamızın sesine uyandım. Herkesi kahvaltıya davet ediyor. Ne kadar da sıcak insanlar bu Makedonlar. Kahvaltı dediysem de 5 yıldızlı otel kalitesinde bir şey sanmayın. Buraya özgü hamur işleri, haşlanmış yumurta, birkaç adet zeytin, çikolata ve sınırsız çay. Buna da şükür. Aynı abladan harita istedim fakat ellerinde kalmamış. Olsun, nema problema (sıkıntı yok). 


Vardar Ovası

     Vardar Ovası’nı duymuşsunuzdur. “Vardar Ovası, Vardar Ovası / Kazanamadım sıla parası...” dizeleriyle dilimizi pelesenk olmuş Mustafa Kemal Atatürk’ün de sevdiği nadide türkülerden. İşte bu Vardar Ovası’na ismini veren tüm ihtişamıyla tarihin yaşanmışlıklarının verdiği güç ile inadına çılgınca akan Vardar Nehri tam ortadan ikiye bölüyor bu güzel şehri. Nehrin bir tarafı Hıristiyanlar, diğer tarafı da kendilerini Osmanlı’nın torunları olarak adlandıran Müslüman kesim tarafından mesken tutulmuş. Pansiyonun da bulunduğu Hıristiyan kısmı daha modern görünümde. Yer yer göz ve sanat zevkimizi batıran ama genel olarak şehre hoş bir siluet kazandıran devasa heykeller ve binalar süslüyor. Diğer kesim ise daha otantik bir görünüme sahip.








     Ara sokaklardan geçerek dev heykellerin gölgesinde Vardar Nehri’nin serinliğinde buldum kendimi. Önce mideyi tatmin etmek lazım. Bize ait bir tat arzu etti sinir sistemim . Yamaçtaki kalenin eteklerinde aradığımı bulabileceğim düşüncesi ile adımlarımı sıklaştırdım. Bingooo! Müslüman tarafı buldum.  (Şunu açıklamak isterim ki, genel olarak Müslüman tarafından bahsedeceğim. Bunun sebebi dinsel ayrımcılık yapmak değildir. Sadece bize özgü motiflere 3 aydır hasret olduğum için özlem gidermek niyetindeyim. Saygılar ve teşekkürler.) İlk gördüğüm dükkanların bir tanesi lokantaydı, direkt içeri daldım. Şef garson kapıda buyur ediyor gülümseyerek. Çeşitli çorbalar, pilav, Üsküp salatası ve daha nicesini bulabilirsiniz bu şirin mekanda. En güzelinden bir çorba sipariş ettim. Bugün çok yorulacağım için enerji depolamam lazım. Dana çorbası meşhurmuş, ondan getirdi. Yanına da hala tadı damağımda olan üzerine keçi  peyniri rendelenmiş Üsküp salatası getirdi. Siparişlerin gelmesiyle tüketmem bir oldu. Gerçekten çok lezizler. Çorba ve salata 140 MKD. Yemeğimi yedikten sonra onlarca kez teşekkür ederek yanlarından ayrıldım.




     “Üsküp’ü nasıl tanımlarsın ?” diye sorsalar şu şekilde olur sanırım : Sevdiğim şehir Eskişehir’deki Odunpazarı’nı güzelim Bursa hanlarına yerleştir, Porsuk’u da biraz genişletip bu çarşının ortasından geçir. Yine Eses’te bulunan heykelleri anlamsızca büyüt boyutta yapıp etrafına serpiştir. Çarşı esnafını da sıcakkanlı Karadenizlilerimizden yap. Al sana Üsküp.





     Kaçıncıya söylüyorum bilmiyorum ama Üsküplüler o kadar cana yakın ki, tarif etmeye kelimeler kifayetsiz kalır. Hele bir de Türkiye’den geldiğinizi öğrenirlerse adeta ailelerinden birisi gibi oluyorsunuz.

     Yemeğimi de yemişken birikmiş notlarımı kaydetmek ve ailemle iletişim kurmak için kafe yokuşundaki bir yere oturdum. Çay ve nargile var. Daha ne olsun. Elmalı nargile ve bayatlamış çay ile günün yorgunluğuna hazırlıyorum kendimi. (NOT : Tütün ve tütün ürünleri sağlığa zararlıdır.) Arka planda çalan şarkılara da değinmeden edemeyeceğim. Yalın mı istersiniz Hande Yener mi, Tarkan mı ? Powertürk kanalı açık televizyonlarda. Bu detay yeter sanırım aramızdaki bağı ifade etmeye. Nargile 300 MKD, çay 30 MKD.




     Bugün (8 Eylül 2014) Makedonya’nın Bağımsızlık Bayramı. Bu yüzden özellikle gayrimüslim taraftaki birçok resmi kurum kapalı. Ama bizim tarafta işler tıkırında. 





     Her yerde olduğu gibi burada da dilenciler ve mendilciler var. Tüm dünya genelinde bu sorunu çözene kadar uyku haram ademoğluna.

     Oynak hava koşulları halen devam ediyor. Yağmurdan kaçmak için kendimi börekçiye attım. Börek diyorum, daha ne olsun. BÖREK !...  1 porsiyon börek  20 MKD, ayran 10 MKD.  Buralara özgü ayrı bir tat da simit-poğaça denilen yiyecek. Bildiğiniz sade poğaçayı ortasından yarıp içine börek yerleştiriyorlar. Anlatımı biraz değişik gelebilir ama lezzeti mükemmel. Kesinlikle denemelisiniz.





     Bardaktan boşalırcasına yağan yağmur altında yalınayak yürüyen dilenci çocuklar var. İnsanı ne kadar da dumur eden bir manzara. Allah yardımcıları olsun.

     Harita rica etmek için döviz ofisine girdim, ancak yan dükkandaki İrfan Abi’ye sormamı söyledi. Hadiyelik eşya dükkanı olan bir şahıs İrfan Abi. Döviz bürosundaki adam iyi ki de kendisine gitmemi söylemiş. Hayatımda unutamayacağım nadir insanlardan biri olan İrfan Abi’yi size kendi cümleleri ile tanıtmaktan gurur duyarım :  

“Öncelikle ben Türk değil, Makedonum.  Osmanlı Makedon’u da diyebiliriz. Biz Türkiye’yi o kadar severiz ki Makedonya sevgimizle aynıdır. Siz olmazsanız biz olmayız, biz olmasak da siz olmazsınız. Aynı elin 2 parmağı gibiyiz. Biz buralarda dinimizi özgürce yaşabiliyorsak sizin sayenizdedir. Arkamızda Türkiye gibi güçlü bir devlet olmasa 2 sene önce burada iç savaş çıkacaktı. Hiçbir televizyon ya da gazetede çıkmadı bu haberler. Bizler ne zorluklar çektik burada. Bizlere Osmanlı’dan yadigar kalan Üsküp Kalesi’nin tam ortasına kilise dikmek istedi bunlar. Biz de karşı çıktık haliyle. Ama güç kimdeyse onun istediği oluyor malesef. Bizleri dinleyen yok. Her neyse. Kilisenin temellerini atmışlardı. Biz bir gecede 3bin 5yüz kişi toplanıp eylem yaptık kalede. Sesimizi duyan başbakan Erdoğan ertesi gün çıkageldi, bizim başbakan ile görüştü. Sonraki gün kilise yapımı durduruldu, temelleri de yıkıldı. Allah sizi başımızdan eksik etmesin.  Geçenlerde Orgeneral Nejdet Paşa da geldi. Korumalarının arasına dalıp dükkanıma çay içmeye davet ettim. Aradan 1 ay geçti konsolosluktan çağırdılar beni. Unutmamış bende içtiği çayı. Bak bunu yollamış taaa Türkiye’den. Dükkanımın baş köşesini süslüyor hediye gelen Osmanlı tuğrası. Gençlik treni mi ne varmış. O tren ile Türk öğrenciler geldi. Hepsiyle özçekim çektik. Bir daha geleceklerini söylediler. Ne kadar da temiz gençlerdi. Gez emi oğlum. Gez ki bizleri ve sizleri tanımayan herkese anlat ne kadar masum insan olduğumuzu. Ya da onların deyimiylr ‘barbar’ olmadığımızı.”


     İrfan Abi o kadar çok şey anlattı ki hafızamda kalanlar bunlar. Sağ olsun limonatasını, çayını içtim ben de. Bir kez daha gelmek nasip olursa bu memlekete mutlaka uğrayacağım yanına. Dükkanında istemediğiniz kadar hediyelik eşya çeşitleri vardır. Türkiye’den geldiğinizi söylerseniz ciddi oranda indirim de yapıyor. Kendisiyle anı fotoğrafı çekinip kaleye gitmek için müsaade istedim. Siz de gelecek olursanız mutlaka uğrayın kendisine.

     Her şehrin olduğu gibi Üsküp’ün de kendine ait simgeleri var. Bu 3 simgeden 2 tanesi bizden kalma eserler. Bir tanesi Osmanlı'dan kalan Taş Köprü ile Üsküp Kalesi ve Milenyum Haçı.














     Kale yolunda sağ tarafta bir kıraathane var. Kablosuz internet isteyenler buraya oturabilir. Çayı taze, insanlar tabi ki sıcakkanlı.

     Üsküp Kalesi’ndeyim.


     İçeri giriş ücretsiz. Kapıda İngilizce bilip bilmediğimi soran polisler bulunuyor. Turiste çok mu benziyorum gerçekten ? İngilizce faslından sonra kalenin derinliklerine doğru ilerledim. Etrafını birçok burç sarmakla beraber hakim bir tepeye yapmışlar kaleyi. Burçların iç tarafında yürüyüş yolu bulunuyor. Yürüyüş yolunu takip ederek kalenin etrafını dolanabilirsiniz. Muazzam bir manzarası var. Ancak Üsküp’ün henüz imar yapısının tam oturmadığı da tüm çarpıklığı ile göze batıyor. Kalenin içerisinde irili ufaklı yapılar bulunuyor. Ancak hepsi virane halde. Belgrad Kalemegdan’daki kapıları andıran kapıları var.  Ancak buradakilerin isimleri bulunmuyor. Burçların içinde kalan boş arazi çok bakımsız bir durumda. ”Mutlaka buraya bir el atılmalı” diye sesli düşünerek terk ettim kaleyi.

     Tren saatime az kaldı. Makedonya’ki son saatlerim. Cebimdeki son Makedon Dinarlarını tüketmem lazım. Kaleden Taş Köprü’ye giden yolda bir çay daha içtim son kez. Mekanın duvarında Türk Silahlı Kuvvetleri Mehteran Takımı’nın ve Türkiye’deki çeşitli manzaraların çeşitli büyüklüklerde posterleri var. En büyüğü olanı ise Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı kazandığı o güzel resim.

     Üsküp’e (daha doğrusu Balkanlara) gelip Cevapcici yemeden dönmeyin. Bizim köftelerimizi andırıyor. Ama boyutları daha büyük. Kesinlikle bir porsiyonu aç bir bünyeyi diriltebilir. Kola ve cevapcici 200 MKD.




     Taş Köprü’deyim.

        




     Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılmış. Yukarıda da bahsettiğim gibi kentin üç simgesinden biri. Şehrin gerdanı olan Vardar Nehri’ni süsleyen bir inci kolye gibi. Hala dimdik ve ilk günkü ihtişamını koruyor. Turistlerin en uğrak noktası ve iddia ediyorum ki en çok özçekim yapılan noktası. Her milletten insan ile karşılaşabilirsiniz bu köprüde. Köprünün hemen yanında bulunan Büyük İskender heykeli de burada yapılan büyük boyuttaki eserlere bir örnek. Rahmetlinin adına yaraşır büyüklükte gerçekten.





     Köprüden Hıristiyan kesime geçtim ve tren garına bu taraftan gidiyorum. Heykeller tamam da Melih başkanın Ankara’nın giriş ve çıkışlarına yaptığı anlamsız kapılara benzeyen kapılar ne oluyor ? Cidden buradaki belediyeciliği anlamak çok zor. Şunları biraz daha üsturuplu yapmak varken abartı niye ? Her neyse...




     20:10’da Belgrad treni var. Uzun bir yolculuk daha beni bekliyor. Trendeki yerimi aldım. Bilete tarih atılmamasını uman öğrenci mantığım yine devreye girdi. Balkan flexi pass biletimi incelemek için kondüktör geldi. Uzun uzun, evire çevire inceledi. Adımı soyadımı okuyup “Törkeey, ha ?” diyerek anlam veremediğim kahkahayı patlattı. Ardından “Nabıyon bea, nere gidiyon ?” diye sordu. Adam Türk çıktı. Daha ne olsun.  “Belgrad abi.” diyerek cevapladım ve “E bu da benden olsun.” diyerek bileti geri verdi. “Dikkat et oğlum trende hırsızlar var.” diye uyarısını da yaparak yanımdan ayrıldı.

     Üsküp’ten Belgrad’a, oradan da Saraybosna’ya geçeceğim. Ama ömrüm yeterse bu güzel topraklara bir daha ayak basmak ve bu güzel insanlarla tekrar sohbet etmek için sabırsızlanıyorum.

     Yolculuğun bilmem kaçıncı saatindeyim. Tren durunca Sırp sınırına geldiğimizi anladım. Birden polis ordusu doluştu trene. Her odacığa girip çıkmaları bir olurken benim tek kaldığım odaya girdiler ve sert bir mizaca büründüler. Pasaportumu verdikten sonra ellerinde bulunan ucunda ışıklı kamera olan kabloyu tavandaki lambanın arasına bile soktular.Çantamı didik didik ettiler. Resmen Romanya’dan ayrılırşımda olduğu gibi tekrar terörist muamelesi gördüm. Sırf polislerin bu davranışına inat Belgrad’da vakit geçirmeden doğruca Saraybosna’ya geçeceğim. Size döviz bırakana lanet olsun. Kin kustum sayenizde.

     Sırp topraklarında yolculuğum devam ederken istemsizce uykuya daldım. Bir süre sonra kapımın aralandığını hissettim ve yer arayan birisi olduğunu düşünerek hemen toparlandım.  Ancak kapı aralığından uzanan el çantamı karıştırıyormuş. İçini de bir güzel boşaltmış. Kirlenmiş çamaşırlarımı ve hediyelikleri fark edince ve ben de uyanınca direkt kaçtı. Eğer siz de bu treni kullanırsanız kesinlikle dikkatli olun. Pasaport, cüzdan ve telefonunuzu üzerinizde bulundurun. Bir badireyi daha böylelikle atlattık.

     Sabah 7 civarı bol atraksiyonlu bir yolculuk nihayetinde Belgrad’a vardım. Şimdi Saraybosna’ya gidişi halletmek lazım.

     Kendine iyi bak Üsküp.

     Hoşçakal.


     La revedere. 

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder