Gece 10 civarı halk oyunları camiasında sıkça duyduğum, ancak oynamaya bir türlü fırsatım olmayan Üsküp
Yöresi’ne 42 numara adımlarımı atmak nasip oldu. Çok değil 3-4 gün önce
Belgrad-Ohrid rotasında ara durak olarak kullanmıştım burayı ve Belgrad'dan Üsküp'e... Üsküp'ten Ohrid'e Bir Seyyah Efe... yazımda geniş yer vermiştim Üsküp Tren Garı’na. Tren garına vardığımda Makedon
polisi çekik gözlü bir aileyi adeta tutsak almış ve etrafına kimseyi
yaklaştırmıyorlardı. Acaba ne suçları vardı ?
Gece vakti olmasına rağmen ummadığım bir araç yoğunluğu var.
Arabalar vızır vızır geçiyor. Klakson (klakson ne ya, korna o korna !) sesleri ve gözüme çarpan curcuna
halindeki trafik Üsküplülerin biz Türklere gerçekten de benzediğini gözler
önüne sermeye yetti de arttı bile.
Manastır’dayken Üsküp’te gecelemek için hostel rezervasyonu yapıp tren garından nasıl gidilmesi gerektiğini kabaca çizmiştim ajandama. Böylelikle kolayca buldum hosteli. Bu akşamı Backpackers Hostel’de geçireceğim. Geceliği normalde 10 Euro, fakat rezervasyon yaptığım için 6,5 Euro’ya kalıyorum. Sıcak aile ortamından dolayı kesinlikle tavsiye ediyorum. 8 kişilik odada 6 kişi kalıyoruz. En güzellerinin adı Tamara olan 3 Litvanyalı bayan arkadaş, 2 Amerikalı genç adamlar ve ben. Odaya girince “welcome” nidalarıyla karşılandım. Türk olduğumu öğrendiklerinde samimi bir ilişki oluştu aramızda. Amerikan arkadaşlar Makedonya’dan sonra Türkiye’ye geçeceklermiş. İstanbul’da mutlaka yapmaları gereken şeyleri ve gitmeleri gereken yerleri listeledim. Kanka olduk resmen. Dünya siyaseti, ülkelerin koltuklarında oturanlar yüzünden ne kadar çirkin olursa olsun insanlar iyidir nihayetinde. Litvanyalı bayanlar da sanat tarihi okuyorlarmış. Onlarla da bilgimin yettiği kadar sohbet ettim. Şansıma ve sohbetimin güzelliğinden dolayı çift kişilik yatağı bana tahsis ettiler, tek kişilikleri kendileri aldılar, sağ olsunlar. Yorgunluk hat safhada olduğu için sohbeti bitirip dışarı çıkma tekliflerini reddederek yatağa attım kendimi. Biraz Ahmet Ümit abimizi okuduktan sonra sızmışım.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhy_bpXepB1c66octJP5vHedmdO1B07p0VAK1jcDYr1eeT7Fh1i0ID60IP_-vQ-H8smFqgBSzftlqqzd_aBKJuIk54IrXcTJr6MobYd99Fa8bedFu8qEZGjSUXWc6hyphenhypheneAmQPUQo9qWXfsAR/s200/kahvalt%25C4%25B1.jpg)
Vardar Ovası’nı duymuşsunuzdur. “Vardar Ovası, Vardar Ovası
/ Kazanamadım sıla parası...” dizeleriyle dilimizi pelesenk olmuş Mustafa Kemal
Atatürk’ün de sevdiği nadide türkülerden. İşte bu Vardar Ovası’na ismini veren tüm ihtişamıyla tarihin yaşanmışlıklarının verdiği güç ile inadına çılgınca akan Vardar Nehri tam ortadan ikiye bölüyor bu güzel şehri. Nehrin bir tarafı
Hıristiyanlar, diğer tarafı da kendilerini Osmanlı’nın torunları olarak
adlandıran Müslüman kesim tarafından mesken tutulmuş. Pansiyonun da bulunduğu
Hıristiyan kısmı daha modern görünümde. Yer yer göz ve sanat zevkimizi batıran
ama genel olarak şehre hoş bir siluet kazandıran devasa heykeller ve binalar
süslüyor. Diğer kesim ise daha otantik bir görünüme sahip.
Ara sokaklardan geçerek dev heykellerin gölgesinde Vardar Nehri’nin serinliğinde buldum kendimi. Önce mideyi tatmin etmek lazım. Bize ait bir tat arzu etti sinir sistemim . Yamaçtaki kalenin eteklerinde aradığımı bulabileceğim düşüncesi ile adımlarımı sıklaştırdım. Bingooo! Müslüman tarafı buldum. (Şunu açıklamak isterim ki, genel olarak Müslüman tarafından bahsedeceğim. Bunun sebebi dinsel ayrımcılık yapmak değildir. Sadece bize özgü motiflere 3 aydır hasret olduğum için özlem gidermek niyetindeyim. Saygılar ve teşekkürler.) İlk gördüğüm dükkanların bir tanesi lokantaydı, direkt içeri daldım. Şef garson kapıda buyur ediyor gülümseyerek. Çeşitli çorbalar, pilav, Üsküp salatası ve daha nicesini bulabilirsiniz bu şirin mekanda. En güzelinden bir çorba sipariş ettim. Bugün çok yorulacağım için enerji depolamam lazım. Dana çorbası meşhurmuş, ondan getirdi. Yanına da hala tadı damağımda olan üzerine keçi peyniri rendelenmiş Üsküp salatası getirdi. Siparişlerin gelmesiyle tüketmem bir oldu. Gerçekten çok lezizler. Çorba ve salata 140 MKD. Yemeğimi yedikten sonra onlarca kez teşekkür ederek yanlarından ayrıldım.
Ara sokaklardan geçerek dev heykellerin gölgesinde Vardar Nehri’nin serinliğinde buldum kendimi. Önce mideyi tatmin etmek lazım. Bize ait bir tat arzu etti sinir sistemim . Yamaçtaki kalenin eteklerinde aradığımı bulabileceğim düşüncesi ile adımlarımı sıklaştırdım. Bingooo! Müslüman tarafı buldum. (Şunu açıklamak isterim ki, genel olarak Müslüman tarafından bahsedeceğim. Bunun sebebi dinsel ayrımcılık yapmak değildir. Sadece bize özgü motiflere 3 aydır hasret olduğum için özlem gidermek niyetindeyim. Saygılar ve teşekkürler.) İlk gördüğüm dükkanların bir tanesi lokantaydı, direkt içeri daldım. Şef garson kapıda buyur ediyor gülümseyerek. Çeşitli çorbalar, pilav, Üsküp salatası ve daha nicesini bulabilirsiniz bu şirin mekanda. En güzelinden bir çorba sipariş ettim. Bugün çok yorulacağım için enerji depolamam lazım. Dana çorbası meşhurmuş, ondan getirdi. Yanına da hala tadı damağımda olan üzerine keçi peyniri rendelenmiş Üsküp salatası getirdi. Siparişlerin gelmesiyle tüketmem bir oldu. Gerçekten çok lezizler. Çorba ve salata 140 MKD. Yemeğimi yedikten sonra onlarca kez teşekkür ederek yanlarından ayrıldım.
“Üsküp’ü nasıl tanımlarsın ?” diye sorsalar şu şekilde olur
sanırım : Sevdiğim şehir Eskişehir’deki Odunpazarı’nı güzelim Bursa hanlarına
yerleştir, Porsuk’u da biraz genişletip bu çarşının ortasından geçir. Yine
Eses’te bulunan heykelleri anlamsızca büyüt boyutta yapıp etrafına serpiştir.
Çarşı esnafını da sıcakkanlı Karadenizlilerimizden yap. Al sana Üsküp.
Kaçıncıya söylüyorum bilmiyorum ama Üsküplüler o kadar cana
yakın ki, tarif etmeye kelimeler kifayetsiz kalır. Hele bir de Türkiye’den geldiğinizi
öğrenirlerse adeta ailelerinden birisi gibi oluyorsunuz.
Yemeğimi de yemişken birikmiş notlarımı kaydetmek ve ailemle
iletişim kurmak için kafe yokuşundaki bir yere oturdum. Çay ve nargile var. Daha ne
olsun. Elmalı nargile ve bayatlamış çay ile günün yorgunluğuna hazırlıyorum
kendimi. (NOT : Tütün ve tütün ürünleri sağlığa zararlıdır.) Arka planda çalan
şarkılara da değinmeden edemeyeceğim. Yalın mı istersiniz Hande Yener mi,
Tarkan mı ? Powertürk kanalı açık televizyonlarda. Bu detay yeter sanırım
aramızdaki bağı ifade etmeye. Nargile 300 MKD, çay 30 MKD.
Bugün (8 Eylül 2014) Makedonya’nın Bağımsızlık Bayramı. Bu yüzden özellikle gayrimüslim
taraftaki birçok resmi kurum kapalı. Ama bizim tarafta işler tıkırında.
Her yerde olduğu gibi burada da dilenciler ve mendilciler
var. Tüm dünya genelinde bu sorunu çözene kadar uyku haram ademoğluna.
Oynak hava koşulları halen devam ediyor. Yağmurdan kaçmak
için kendimi börekçiye attım. Börek diyorum, daha ne olsun. BÖREK !... 1 porsiyon börek 20 MKD, ayran 10 MKD. Buralara özgü ayrı bir tat da simit-poğaça
denilen yiyecek. Bildiğiniz sade poğaçayı ortasından yarıp içine börek
yerleştiriyorlar. Anlatımı biraz değişik gelebilir ama lezzeti mükemmel.
Kesinlikle denemelisiniz.
Bardaktan boşalırcasına yağan yağmur altında yalınayak
yürüyen dilenci çocuklar var. İnsanı ne kadar da dumur eden bir manzara. Allah
yardımcıları olsun.
Harita rica etmek için döviz ofisine girdim, ancak yan
dükkandaki İrfan Abi’ye sormamı söyledi. Hadiyelik eşya dükkanı olan bir şahıs
İrfan Abi. Döviz bürosundaki adam iyi ki de kendisine gitmemi söylemiş.
Hayatımda unutamayacağım nadir insanlardan biri olan İrfan Abi’yi size kendi
cümleleri ile tanıtmaktan gurur duyarım :
“Öncelikle ben Türk değil, Makedonum. Osmanlı Makedon’u da diyebiliriz. Biz
Türkiye’yi o kadar severiz ki Makedonya sevgimizle aynıdır. Siz olmazsanız biz
olmayız, biz olmasak da siz olmazsınız. Aynı elin 2 parmağı gibiyiz. Biz
buralarda dinimizi özgürce yaşabiliyorsak sizin sayenizdedir. Arkamızda Türkiye
gibi güçlü bir devlet olmasa 2 sene önce burada iç savaş çıkacaktı. Hiçbir
televizyon ya da gazetede çıkmadı bu haberler. Bizler ne zorluklar çektik
burada. Bizlere Osmanlı’dan yadigar kalan Üsküp Kalesi’nin tam ortasına kilise
dikmek istedi bunlar. Biz de karşı çıktık haliyle. Ama güç kimdeyse onun
istediği oluyor malesef. Bizleri dinleyen yok. Her neyse. Kilisenin temellerini
atmışlardı. Biz bir gecede 3bin 5yüz kişi toplanıp eylem yaptık kalede.
Sesimizi duyan başbakan Erdoğan ertesi gün çıkageldi, bizim başbakan ile
görüştü. Sonraki gün kilise yapımı durduruldu, temelleri de yıkıldı. Allah sizi
başımızdan eksik etmesin. Geçenlerde Orgeneral
Nejdet Paşa da geldi. Korumalarının arasına dalıp dükkanıma çay içmeye davet
ettim. Aradan 1 ay geçti konsolosluktan çağırdılar beni. Unutmamış bende içtiği
çayı. Bak bunu yollamış taaa Türkiye’den. Dükkanımın baş köşesini süslüyor
hediye gelen Osmanlı tuğrası. Gençlik treni mi ne varmış. O tren ile Türk
öğrenciler geldi. Hepsiyle özçekim çektik. Bir daha geleceklerini söylediler.
Ne kadar da temiz gençlerdi. Gez emi oğlum. Gez ki bizleri ve sizleri tanımayan
herkese anlat ne kadar masum insan olduğumuzu. Ya da onların deyimiylr ‘barbar’
olmadığımızı.”
İrfan Abi o kadar çok şey anlattı ki hafızamda kalanlar bunlar.
Sağ olsun limonatasını, çayını içtim ben de. Bir kez daha gelmek nasip olursa
bu memlekete mutlaka uğrayacağım yanına. Dükkanında istemediğiniz kadar
hediyelik eşya çeşitleri vardır. Türkiye’den geldiğinizi söylerseniz ciddi
oranda indirim de yapıyor. Kendisiyle anı fotoğrafı çekinip kaleye gitmek için
müsaade istedim. Siz de gelecek olursanız mutlaka uğrayın kendisine.
Her şehrin olduğu gibi Üsküp’ün de kendine ait simgeleri
var. Bu 3 simgeden 2 tanesi bizden kalma eserler. Bir tanesi Osmanlı'dan kalan Taş Köprü ile Üsküp Kalesi ve Milenyum Haçı.
Kale yolunda sağ tarafta bir kıraathane var. Kablosuz
internet isteyenler buraya oturabilir. Çayı taze, insanlar tabi ki sıcakkanlı.
Üsküp Kalesi’ndeyim.
İçeri giriş ücretsiz. Kapıda İngilizce bilip bilmediğimi
soran polisler bulunuyor. Turiste çok mu benziyorum gerçekten ? İngilizce
faslından sonra kalenin derinliklerine doğru ilerledim. Etrafını birçok burç
sarmakla beraber hakim bir tepeye yapmışlar kaleyi. Burçların iç tarafında
yürüyüş yolu bulunuyor. Yürüyüş yolunu takip ederek kalenin etrafını
dolanabilirsiniz. Muazzam bir manzarası var. Ancak Üsküp’ün henüz imar
yapısının tam oturmadığı da tüm çarpıklığı ile göze batıyor. Kalenin içerisinde
irili ufaklı yapılar bulunuyor. Ancak hepsi virane halde. Belgrad
Kalemegdan’daki kapıları andıran kapıları var.
Ancak buradakilerin isimleri bulunmuyor. Burçların içinde kalan boş
arazi çok bakımsız bir durumda. ”Mutlaka buraya bir el atılmalı” diye sesli
düşünerek terk ettim kaleyi.
Tren saatime az kaldı. Makedonya’ki son saatlerim. Cebimdeki
son Makedon Dinarlarını tüketmem lazım. Kaleden Taş Köprü’ye giden yolda bir
çay daha içtim son kez. Mekanın duvarında Türk Silahlı Kuvvetleri Mehteran
Takımı’nın ve Türkiye’deki çeşitli manzaraların çeşitli büyüklüklerde posterleri
var. En büyüğü olanı ise Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı kazandığı o güzel resim.
Üsküp’e (daha doğrusu Balkanlara) gelip Cevapcici yemeden
dönmeyin. Bizim köftelerimizi andırıyor. Ama boyutları daha büyük. Kesinlikle bir
porsiyonu aç bir bünyeyi diriltebilir. Kola ve cevapcici 200 MKD.
Taş Köprü’deyim.
Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılmış. Yukarıda da bahsettiğim gibi kentin üç simgesinden biri. Şehrin gerdanı olan Vardar Nehri’ni süsleyen bir inci kolye gibi. Hala dimdik ve ilk günkü ihtişamını koruyor. Turistlerin en uğrak noktası ve iddia ediyorum ki en çok özçekim yapılan noktası. Her milletten insan ile karşılaşabilirsiniz bu köprüde. Köprünün hemen yanında bulunan Büyük İskender heykeli de burada yapılan büyük boyuttaki eserlere bir örnek. Rahmetlinin adına yaraşır büyüklükte gerçekten.
Köprüden Hıristiyan kesime geçtim ve tren garına bu taraftan
gidiyorum. Heykeller tamam da Melih başkanın Ankara’nın giriş ve çıkışlarına
yaptığı anlamsız kapılara benzeyen kapılar ne oluyor ? Cidden buradaki
belediyeciliği anlamak çok zor. Şunları biraz daha üsturuplu yapmak varken
abartı niye ? Her neyse...
20:10’da Belgrad treni var. Uzun bir yolculuk daha beni
bekliyor. Trendeki yerimi aldım. Bilete tarih atılmamasını uman öğrenci
mantığım yine devreye girdi. Balkan flexi pass biletimi incelemek için
kondüktör geldi. Uzun uzun, evire çevire inceledi. Adımı soyadımı okuyup
“Törkeey, ha ?” diyerek anlam veremediğim kahkahayı patlattı. Ardından “Nabıyon
bea, nere gidiyon ?” diye sordu. Adam Türk çıktı. Daha ne olsun. “Belgrad abi.” diyerek cevapladım ve “E bu da
benden olsun.” diyerek bileti geri verdi. “Dikkat et oğlum trende hırsızlar
var.” diye uyarısını da yaparak yanımdan ayrıldı.
Üsküp’ten Belgrad’a, oradan da Saraybosna’ya geçeceğim. Ama
ömrüm yeterse bu güzel topraklara bir daha ayak basmak ve bu güzel insanlarla
tekrar sohbet etmek için sabırsızlanıyorum.
Yolculuğun bilmem kaçıncı saatindeyim. Tren durunca Sırp
sınırına geldiğimizi anladım. Birden polis ordusu doluştu trene. Her odacığa
girip çıkmaları bir olurken benim tek kaldığım odaya girdiler ve sert bir
mizaca büründüler. Pasaportumu verdikten sonra ellerinde bulunan ucunda ışıklı
kamera olan kabloyu tavandaki lambanın arasına bile soktular.Çantamı didik
didik ettiler. Resmen Romanya’dan ayrılırşımda olduğu gibi tekrar terörist
muamelesi gördüm. Sırf polislerin bu davranışına inat Belgrad’da vakit
geçirmeden doğruca Saraybosna’ya geçeceğim. Size döviz bırakana lanet olsun.
Kin kustum sayenizde.
Sırp topraklarında yolculuğum devam ederken istemsizce
uykuya daldım. Bir süre sonra kapımın aralandığını hissettim ve yer arayan
birisi olduğunu düşünerek hemen toparlandım.
Ancak kapı aralığından uzanan el çantamı karıştırıyormuş. İçini de bir
güzel boşaltmış. Kirlenmiş çamaşırlarımı ve hediyelikleri fark edince ve ben de
uyanınca direkt kaçtı. Eğer siz de bu treni kullanırsanız kesinlikle dikkatli
olun. Pasaport, cüzdan ve telefonunuzu üzerinizde bulundurun. Bir badireyi daha
böylelikle atlattık.
Sabah 7 civarı bol atraksiyonlu bir yolculuk nihayetinde Belgrad’a
vardım. Şimdi Saraybosna’ya gidişi halletmek lazım.
Kendine iyi bak Üsküp.
Hoşçakal.
La revedere.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder