22 Ocak 2015 Perşembe

Belgrad - Beyaz Şehir





     
     Belgrad, Beograd ya da Türkçesi ile “Beyaz Şehir”. Bildiğiniz üzere Sırbistan’ın başkenti ve en büyük şehri. Google verilerine göre 1,339 milyon nüfusu varmış. Taşı toprağı altın Bilecik’in 6,5 katı. Çok da abartmamak lazım yani. Zaten koca Sırbistan’ın nüfusu 7,1 milyon imiş. Hadi İstanbul’un gönlü kalmasın, bu istatistiği de dünyanın başkenti İstanbul ile kıyaslarsak, “Ulan İstanbul”un yarısı kadar. Amaaaan... Tükürüğümüzde boğarız ellam.  (Medeniyetin başkentleri Yozgat ve Çorum’un da gönlü kalmasın.) (Herkesin gönlünü yapma niyetindeyim.)

     
     
     Belgrad’ın en sevdiğim yönüdür tarihi canlılığı. Bu güzel şehir Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği yere kurulmuş. Ayrıca Balkanlar’dan Avrupa’ya uzanan bir köprü niteliğinde olduğu için, jeopolitik konumunun da mevcut durumundan ötürü hareketli bir tarihe sahip. 1521’de Osmanlılar almış. 1830‘da özerk, 1878‘de ise bağımsız olmuşlar. (İlköğretim ve lisedeki tarih derslerinde beynimize kazınan bilgi aklıma geldi yine:İlk ayaklanan Sırplar, ilk bağımsızlıklarını kazanan Yunanlılar.) Her neyse. 2. Dünya Savaşı sonrası Mareşal Tito tarafından Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti kurulmuş. Daha sonra Yugoslavya Sosyalist Federal  Cumhuriyeti olarak değişmiş (Laciverti). Kosova Savaşı sonrası şehir, NATO tarafından bombalanmış (Hak etmişler.). Off yazarken ve araştırırken bile yoruldum. 1521 öncesine ve Kosova Savaşı sonrasına da siz bakın. Beni çok da ilgilendirmedi açıkçası.



     Vrsac’dan 09:40 trenine bindim ve yaklaşık 1,5-2 saatte Belgrad’a vardım. Yalnız dikkat etmeniz gereken bir husus var. Şehirde 2 büyük tren garı bulunuyor. Belgrad Dunav ve Belgrad Railway Station. Belgrad Dunav, küçük olan istasyon ve daha kuzeye gitmek isterseniz (Romanya ve devamı) bu istasyonu kullanmanız gerekmektedir. Makedonya ve Yunanistan gibi güneydeki ülkeler için Belgrad Railway Station’u kullanmanız gerekmektedir. Ben Belgrad Dunav’da inmiş olmama rağmen Üsküp’e geçmek için ana istasyonu kullanacağım. Eğer Vrsac’tan geliyorsanız Dunav’da inmek için nehri geçtikten sonraki 3. İstasyonda inmeniz gerekmektedir. Yoksa kendinizi vagon hangarlarında bulabilirsiniz.





     Dunav tren istasyonundan çıktım ve önceden yapmış olduğum araştırma neticesinde gidilebilecek ender yerlerden olan Knez Mihailova Caddesi ve Kalemegdan’ı bulmaya çalıştım. Kimseye adres soramama huyum Belgrad’da da devam ediyor. “Aman tanrım” dedim! İlk defa geldiğim bir ülke ve şehirde, tabelalara ve altıncı hissime güvenerek ara sokaklardan TRG Republike’ye çıkmayı başardım. Zafer benimdir ! Trg Rapublike demek Cumhuriyet Meydanı demek. Bu meydanda devasa boyutlarda at üzerinde bir komutan heykeli göreceksiniz. At üzerindeki vatandaş Sırp Prensi II. Mihalioava imiş. Sırbistan’daki Osmanlı iradesine son vermiş kendisi. Hatta rivayete göre eliyle işaret ettiği yer İstanbul imiş. Hani “Sizi Sırbistan’dan kovduk, İstanbul’dan da kovacağız. Sırbistan’ı geri aldık, İstanbul’u da alacağız.” mesajı veriyormuş. Kendilerine memleketim olan ve Osmanlı’nın kurulduğu il'den (Bilecik’ten) en iyi dileklerimi sunuyorum !  Bırakın, gelsin hele gelsin !






      İstanbul için İstiklal, Ankara için Tunalı Hilmi,  İzmir için Kıbrıs Şehitleri, Adapazarı için Çark, Balıkesir için Milli Kuvvetler, Eskişehir için Doktorlar, Bolu için İzzet Baysal, Van için Maraş, Çorum için Gazi  ve en önemlisi Bilecik için Tevfik Bey Caddesi ne ise Belgrad için de Knez Mihailova Caddesi de o demektir. Adeta şehrin kalbi. Mihaliova Caddesi'nin bir ucu Hotel Moskova’ya dayanırken diğer ucu Kalemegdan’a çıkmaktadır. Cumhuriyet Meydanı’ndaki o İstanbul’u işaret eden atlı heykele 7 numaralı Kenan Kalav bakışımı fırlattıktan sonra Ceddin Dede marşını mırıldanarak uygun adımda “tourist information” noktasına gittim. Bir şehri keşfetmek için olmazsa olmazımdır harita, “haritasız gezerek kaybol, şehri o şekilde keşfederek öğren.” diyenlere inat. Kısıtlı zamanınız var ise uygun dönordur şehir haritaları. 7 seneyi aşkın süre ifa ettiğim askerlik mesleğinin bana kazandırmış olduğu melekeleri sayesinde haritayı kısa sürede yönüne koydum ve ilk hedef olarak Kalemegdan’a doğru yürümeye koyuldum. Bu sırada Knez Mihaliova Caddesi ve Kalemegdan hakkında bilgi arzımı da yerine getireyim.      





 





     Knez Mihailova Caddesi... Blog’un taslağını oluşturduğum süreçte yazmaktan ayar olduğum cadde ismi. Kopyala-yapıştır blog yapmadığım için bu zorluğa dayanmalısın Samet’ciğim (Züğürt tesellisi). Sağlı sollu dükkanlar, restoranlar, kafeler, kitapçılar, işinize yarayacak olan herşey, en önemlisi pekaralar bulunmaktadır bu caddede. “Pekara da ne ?” diye soranlara ithafen : reklam yapmak gibi olmasın da Türkiye’deki Simit Saray’ı var ya , onu düşünün. Ama daha küçük ve yaygın noktalarda bulunuyor ve fiyatları da daha makul ! Yemek maliyetini ucuza getirip, tasarruf ettiği parayı eğlenceye ve anı objelerine harcamak isteyenler için (misal ben) en zaruri mekanlardır pekara’lar.




      Geniş bir cadde olup trafiğe kapalıdır bu Knez Mihailova Caddesi. Ortasında oturmalık banklar bulunur, alışverişten gözü dönmüş güzel simalı, her biri Ivana Sert'in kuzeni görünümünde olan Sırp bacılarımız otursunlar da nefeslensinler diye. Akordiyon çalan ve dans eden sokak müzisyenleri / dansçılarından her yerde olduğu gibi burada da var. Şehrin vitrini rolünü başarıyla gerçekleştirdiğini düşündüğüm Knez Mihailova Caddesi'nin eğlencesine eğlence katıyorlar. Geçelim Kalemegdan’a >>>>>




     <<<< Kalemegdan... “Tourist Information”dan sonra Kalemegdan’a giderken kaybolduklarını sezdiğim 2 sempatik bayan ile karşılaştım. Belli bir süre sonra buluşma noktasında toplanacak olan, Balkanları gezmek amacıyla şu an Belgrad’da bulunan Ankara menşeili bir grup ile gelmişler. Nereye gittiklerini sordum. “Kale Meydanı” dediler. Üstün liderlik vasıflarımı istemeden de olsa ortaya çıkartarak beni takip etmelerini söyledim. Uzun süre sonra stajyer arkadaşlarım dışında (Trendeki ergen kızları saymaz isek) birileri ile Türkçe konuşuyordum. Nedense o an çok mutlu oldum. Başladım Tübitak Ankara'da çalışan bilim insanı ablacıklara alanında uzman bir turist rehberi edasıyla Kalemegdan’ı anlatmaya : “Sırpça bir isim olan Kalemegdan anlayacağınız üzere ‘Kale Meydanı’ demektir. Bu meydanın ortasında  Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ne göre 116 kuleden oluşan, dibindeki mahzenler ile 3000 esir alabilen, övünmek gibi olmasın ama Osmanlı'nın en müstahkem kalelerindendir." 






    Tam gaza geldim "Acaba Türk turistlere rehberlik yapıp üç yüz beş yüz Sırp Dinarı kazansam mı ?" diye düşünürken bizim ablaların grubu ile denk geldik ve iyi niyetler seli ile noktayı koyduk bu kısa süren rehberliğime. Üç yüz beş yüz Sırp Dinarı deyince gözünüzde büyümesin. Zira, 450 Sırp Dinarı (RSD) 10 TL'ye tekabül etmektedir.Bu arada şunu diyemeden edemiciim. Sırp paralarının üzerindeki şahısların büyük çoğunluğu asker vatandaşlar. Tur sonrası yaptığım araştırmada gördüm ki her biri Türklere karşı çeşitli zulümler yapmışlar. Sonra aklıma Barış Manço'nun Fransız televizyoncuya verdiği tarihi ayar aklıma geldi. 


< < < Kalemegdan'dan Çeşitli Görüntüler > > >
































     Tuna ve Sava... İlk bakışta heyecansız gibi görünüyorlar. Ama değil... Şöyle bir şey ; hani iki sevgili ağır çekimde koşa koşa birbirine yaklaşır... Az kala duraklar... Sonra dudaklar...
     Tuna, Almanya'dan yeryüzüne çıkıp geçtiği her ülkede biraz biçim biraz ad değiştiriyor. Belgrad'daki adı Dunav... Sava'yı da baştan savmayalım. Alplerden doğup, Balkanlar'ın ırmağı olarak Tuna'ya karışıyor. Bosna Hersek'le Hırvatistan sınırının da önemli dilimini oluşturuyor. Nehirlerin buluşturmak yerine sınır çizmesi de sinir bozucu.




 Kalemegdan ağaçlık güzel bir parktan oluşmaktadır. Gezi Parkı'nı andırdı ilk görüşte. İlk defa bir şehir parkındaki sincaplar ürkek bakışlara sahip değiller. Meydan içerisinde hediyelik eşya satıcıları da bulunmakta. Kalenin burçlarına çıkın mutlaka. Tuna ve Sava’nın birleştiği eşsiz manzara karşısındaki akciğerlerinizi oksijen manyağı yapın. Golf arabalarına benzer arabalardan kiralayarak da gezebilirsiniz kaleyi ve meydanı. Kalenin içerisinde çeşitli isimler konulan kapılar bulunmakta. “İstanbul Kapısı” dikkatimi çekmedi değil hani. Jurassic Park filminin karakterleri olan dinazorların maketlerini de yerleştirmişler kalenin bahçesine. Tamam kaleyi elimizden aldınız da dinazorlar ne alaka ? 
     Dinazorlara sinirlenip adımlarımı sıklaştırınca bir de ne göreyim !? Kalemegdan parkının tam da ortasında bir türbe var. Yanına gidip bir fatihayı okuduktan sonra türbenin açıklamasını okudum. Mora Fatihi Damat Ali Paşa'ya aitmiş bu türbe. Bak bu hoşuma gitti işte. Büyük kalın duvarlar, yumruk attığım halde tık ses çıkmayan devasa demir kağılar Evliya Çelebi'nin müstahkem kale tabirini daha da kanıtlar cinsten.










     Yağmur atıştırmaya başlamıştı. Karnım da zil çalarken bir şeyler yemeye karar verdim ve Knez Mihailova Caddesi'ne geri döndüm. Burada anlatmamın gereksiz olduğu bir telefon-bilgisayar değişimi muhabbeti vardı eski asker arkadaşım, yeni oda-ev-bölüm-iş arkadaşım Emirhan ile aramızda. Benim Balkan turuna çıktığım sırada fizyoterapist ve kendisi ile şaka olmayan Nimet ile turlarını bitirmiş Oradea’ya dönme yolunda idiler. Knez Mihailova Caddesi'nde kendime yemek yiyecek bir yer bakarken ve yağmur dolayısıyla sıçan olma yolunda emin adımlar ile ilerlerken arkamdan bir ses “Samet!” diye seslendi. Tren vakasından sonra duyduğum bu ses ile iyice şaşkına döndüm. Ne kadar da popülerim ! (Özgüven patlaması) Döndüm bir baktım bizim Emirhan ile Nimet. Başka bir şey isteseydim olacakmış. Emirhan’ın dediğine göre onlar da yağmurdan korunmak için saçak altına girmişler ve “Samet denk gelse ne güzel olur.” diye geçirmişler içlerinden. Sonra da beni görmüşler işte. Aşk gibi gezi de tesadüfleri sever.



 


     Ajandama kaydetmeyi unuttuğum ve şu an buraya yazamadığım için utanç duyduğum bir isme sahip taşlı bir sokaktaki [[DÜZENLEME:Facebook'ta Gezi Blogları grubunda blogumu takip eden Arda Bey burasının Skadarska Sokak (Cadde de olabilir. Münazara konusu.) olduğunu belirtti. Kendisine teşekkürlerimi bir borç bilirim. ]] restoranların birine oturduk. Restoranların girişlerinde Sırpça-İngilizce ve Türkçe “Hoşgeldiniz.” yazmakta. Sırbistan’a olmayan vize uygulamasının getirilerinden biri de bu.  Cevapcici diyorum ! Sırbistan’a ya da Balkanlara gelip Cevapcici yemeden dönmeyin ! Bizdeki köfte esasen. Ama porsiyonlar daha büyük. Hatta daha lezzetli diyebilirim. Yanında Jelen birası. O da meşhurmuş buralarda. Tavsiye ederim. Lav birasını da denedim. Onun da gideri var. Restoranda otururken sokağa aniden koruma ordusu girdi. Aralarında kellifelli bir adam var. Birkaç tane kamera çekiyor kendisini. Sanırım devletin önemli bir noktasından bu amca. Onunda kuyruk acısı var demek ki böyle koruma sürüsü ile geziyor. Zira halkın seçtiği bir insan halktan nasıl izole edebilir kendisini.






    Emirhan ve Nimet’i Oradea’ya gitmeleri üzere Belgrad Dunav İstasyonu’na uğurlarken kendim de asıl tren istasyonu olan Railway Train Station’a doğru yol aldım. Haritayı elime aldım ve tramvay yolunu takip ederek istasyona vardım. Bu arada harita özürlüler için bu tarz ipuçları altın niteliğindedir. Sahil şeridini, tramvay hakkını, tren yolunu, köprüleri takip ederek hedefinize varabilirsiniz. Ayrıca aldığım bir duyuma göre Belgrad'daki toplu taşıma araçlarında bilet kontrolü yapılmıyormuş. Yani paranız azsa, öğrenciyseniz, cimriyseniz ve en önemlisi şanslı olduğunuzu düşünüyorsanız tramvaylara ve otobüslere biletsiz binebilirsiniz.  Uyarı : """deneyip test etmedim.""" 




     Aman Tanrım bir de ne göreyim ! Reklam panolarında "Muhteşem Yüzyıl" afişleri var "Sulejman Velicanstveni" diye. Türkçesi "Kanuni Sultan Süleyman" demekmiş. Dizinin birçok ülkede yayınlandığını duymuştum ancak kendi gözlerimle görmek de tuhaf oldu.






     Tabi bu şehirde herşey güllük gülistanlık değil. Ya da burasının da geçmişte yaptığı bazı yanlışlar ve sonuçları bulunuyor. Neyden mi bahsediyorum ? Bosna savaşı tabi. Bosna yazımda daha detaylı ele aldığım bu savaşta güzelim Saraybosna tepelerine tanklarını yerleştiren Sırplar tüm şehri bombardıman altına almış. Ne için ? Yugoslavya'nın diğer milletlerinin Sırbistan'ı hor gördüğü iddiasını kanıtlamak için. Arkadaş madem hor görülüyorsunuz, niçin sadece Bosna'ya yardırdınız ? Her neyse... Bunlar haksızmış arkadaş. NATO güçleri de yerinde durur mu ? Aşağıdaki resimlerde göreceğiniz üzere yapıştırır cevabı ! Ve bu cevaba binayen (çok da marifetmiş gibi) o gün bombalanan binaları içlerindeki evraklar ile beraber hala saklarlar. Akıllarınca "Canlı Savaş Müzesi Yapacaklar". Asıl canlı savaş müzesi Bosna'da azizim. (Resimler için İki Seyyah'a teşekkürlerimi bir borç bilirim.)


Yağmur, yağmur, yağmur. Gezi planında da anlattığım gibi Balkanların oynak havası yine göz kırpıyor Belgrad semalarına. Yukarıdaki tabloda bile kendisini göstermiş yağmurlu hava. Ayakkabılarımın için vıcık vıcık da su oldu. Offfff. Hazırlıksız gelmenin ceremesi bunlar işte. 

     

     Belgrad'a gelip Nikola Tesla Müzesi'ni görmeden sakın dönmeyin. Üsküp dönüşü gitmeyi planlıyorum. Ama birtakım duygusal nedenlerden dolayı nasip olmadı. Sağlık olsun. Fena mı oldu sanki ? Belgrad gibi güzel bir şehre tekrar gelmek için güzel bir neden.



     Zemun diye bir bölge var bu Belgrad'da. Şehre bin küsür yıl önce il gelenler burayı mesken edinmiş kendilerine. Şimdilerde ise kafeler ve çeşitli eğlence mekanları bulunuyor. Tavsiye ederim, güzeldir.







     Avrupa'nın en büyük 2. nehri geçer de bundan faydanılmaz mı ? Belgradlıların şansına nehir üzerinde bir de ada var. Ciganlija adasında bulunan spor merkezlerinden yararlanıp bisiklet turlarına katılabilirsiniz.




      

     Belgrad'da bulunan önemli bir yapıt da Aziz Sava Katedrali'dir. Baktığınız zaman Ayasofya'yı andırıyor. Tabi bizim Ayasofya'mız dinya harikası olduğu için çok da dikkatimi çekmedi bu yapı. Zaten teknik anlamda bir katedral değilmiş Aziz Sava Katedrali. Ancak büyüklüğü ve önemi açısından "katedral" deniyormuş yabancı dillerde. 





     Yolculuğun yorgunluğu şimdiden üzerimde belirmeye başladı. Zira tren garında bankta beklerken sızmışım kalmışım.



     Burada da ilginç trenler var vesselam. Mesela ilk defa arabalı vapurun tren versiyonu ile karşılaştım. Müstakbel makine mühendisi olarak tasarımını incelediğimde güzel bir mühendislik uygulamış adamlar.




     Üsküp trenim 18:45‘ de. Paulo Coelho’nun şiddetle tavsiye ettiğim Elif kitabının olay örgüsünün geçtiği, Rusya'nın batısından doğusuna binlerce kilometre geçerek ve 7 saat dilimi değiştirerek giden, en büyük hayallerimden olan Trans sibirya Ekspresi’ni andırıyor. Belgrad-Selanik trenine bineceğim. Umarım Üsküp’ü kaçırmam da Helen topraklarında bulmam kendimi.



      Konforlu gözlerle incelediğimde bu sefer ki tren beni etkilemeyi başardı. Bir kere tren hiç mi hiç kalabalık değil. Küçük küçük odalardan oluşuyor. Odacıkların içinde karşılıklı 6 koltuk bulunmakta. Koltukların altındaki mandal gibi zımbırtıyı çevirdiğinizde koltuklar karşılıklı olarak buluşuyor ve yatak oluyorlar. Çok yaratıcı gerçekten. İcad eden zat-ı muhteremi bulup bi kutlamak lazım. 

     Bu arada gece Makedonya sınırında kimsecikler uyandırmadı. Bir şey olmaz umarım. Ver elini Üsküp. Tırın tırın tırın...



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder