Timisoara, nam-ı diğer Temeşvar (Tımışvar), vakti zamanında
Osmanlı’nın yüce adaletinin eriştiği uzak vatan, Devlet-i Ali topraklarından
sadece birisi. Yüce gezgin Evliya Çelebi'nin seyahatnamesine göre Sultan IV. Mehmed Han devrinde 1069 [1649] tarihinde Köprülü Mehmed Paşa eli ile Yanova Kalesi fetholup Tımışvar paşasına taht merkezi oldu. O zamanlar "kâfiristan" diye anılırmış.
Temeşvar’a geldiğimde saat 06:15 civarı idi. Hava yavaş yavaş
ağarmaya başlamıştı. Anlamadığım bir şekilde sabahın ilk saatleri olmasına
rağmen şehir adeta ayaktaydı. Herkes bir yerlere gitme çabasındaydı.
İstasyonda bulunan tabelaya göre Vrsac trenim 07:48’de. 1
buçuk saatten fazla vaktim vardı bu şehri ve şehrin insanlarını analiz etmem için. İstasyonda çeşitli
manevralar yapan sayısız vagon ve lokomotifler var. Macaristan-Sırbistan-Romanya kesişiminde bulunduğumuz için burası bir aktarma noktası sanırım. Şu an okumuş olduğunuz Balkanlar günlüğümü sanal aleme aktardığım yer olan sevdiğim şehir Eskişehir’i hatırlattı
bana. Orası da Marmara’dan Anadolu’ya olan tren seferlerinde aktarma
noktası
.
Romanya’nın her şehrinde olduğu gibi burada da evsiz
gypsy’ler. “Allah yardımcıları olsun.” temennisinden başka yapacak bir şeyim
yok ne yazık ki.
İstasyonda hiç görmediğim bir otomat var. Türkiye’de birçok
yerde bulunan çeşmelerden istediğimiz gibi su alabiliyor iken burada ki çeşme
otomatında ücret ödemek zorundasınız. 2 litre su 50 bani (Yaklaşık 30 kuruş).
Hatta arzu ederseniz Avrupa’nın genelinde olan karbonlu sudan da alabilirsiniz.
Yapmanız gereken şey 50 bani daha vererek “Carbon” tuşuna basmanız.
Yaş ortalamasını hesaplamanız imkansız bu istasyonda. 2-3 yaşlarında
zırlayan çocuklardan tutun da 80'li yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim ayakta
durmakta zorlanan yaşlılara kadar her yaştan insan var.
Sınır şehri olduğu için yük vagonlarının biri
giderken diğeri geliyor. Saatim 07:48’e yaklaştı. Tabeladan öğrendiğim üzere 7. hatta
gittim. Trene dair anons yapıldı mı anlayamadım. Ancak yine üzerinde bir
açıklama bulunmayan bir banliyö treni. Akıp giden insan kalabalığını takip
ederek “Vırsak! Vırsak!” diye de bağırarak Allah’a emanet trene bindim. Trenin
kalkış saati gelince kondüktör “Vırsıç!” diye bağırınca doğru trende olduğumu
anladım. Demek ki “pronanseyşın”ımda sıkıntı var. İngilizce bilen birine
rastlamamış olmam da şaşırttı beni açıkçası.
Yine kısa mesafe olduğu için rezervasyon yapma gereksinimi
duymadım ve boş bulduğum bir koltuğa oturdum. Tam o sırada “Ay şuraya mı
otursak?” , “Yok yok gelin kızlar buraya oturalım.” diye yüksek perdeden konuşan Türk
kızlarına rastladım. İstifimin bozulmasına müsaade vermeden “Günaydın arkadaşlar.
İyi yolculuklar.” dedim ve şaşkınlıklarını keyifle izledim.
“Günaydın.” cevabını verdikten sonra arka koltuklardan birine oturdular ve sanatın başkenti Viyana’daki belediye işçilerinin bile Batmanlı olduklarını söyleyen bir arkadaşımın
dediğini anımsadım. Ne mutlu bize, Türkler her yerdeler! Kısa bir süre sonra
kızlardan birisi yanıma geldi ve “Samet nasılsın?” diye sordu. İşte o zaman
asıl şaşkaloz’luk bende oluştu. İsmini bilmediğim arkadaşım meğerse Oradea’da
beraber staj yaptığım canım lise arkadaşım Fizyoterapist Fikri ve müstakbel yenge Doktor Ayfer’in arkadaşı imiş. Oradea’ya geldiğinde ayaküstü muhabbet
etmiştik kendisi ile. Nasıl da hatırlayamadım! Dünya küçük efendim. Dünya küçük! Küçük! Romanya
daha da küçük! Oradea-Timisoara'yı söylemiyorum bile!
Yine grafitili bir tren. Çift yönlü koltuklardan umarım doğru
istikamette olanına oturmuşumdur. Zira ters yöne karşı bir alerjim var birçok
insan gibi.
Romanya... Avrupa Birliği’nin en genç üyelerinden. Ama insanları pek
de düşündüğünüz gibi Avrupalı değiller açıkçası. AB tartışmasının hız kesmediği güzel ülkem
bunlardan daha çok hak ediyor AB üyesi olmayı. Her neyse burası politika yeri değil !
İnsanların elinde hep kahve bardakları. Biz de kahve deyince
bol köpüklü Türk kahvesi , hiç olmazsa menengiç kahvesi gelir akıllara. Çifte kavrulmuş Türk lokumu ya da küçük çikolatacıklar olmadan pek de iyi gitmez. Ama burada bu
durum biraz farklı. Kahve siparişi verdiğinizde 2 parmak kahve ile karşılaşıyorsunuz. Ve bununla
keyif yaptıklarını sanıyorlar. Gerçekten çok ilginç!
Sırp sınırına geldik sonunda. Balkanlara yaklaştıkça hava daha da dengesizleşiyor. Yağmur damlaları altında Avrupa Birliği topraklarından çıkıyoruz. Moravita Sınır Kapısı'ndayız. Meşhur Sırp milliyetçiliği yüzünden adil
olmayan bir pasaport kontrolü ile karşı karşıyayım. Aynı durum ile Makedonya-Sırbistan arasında tekrar karşılaşacağımı nereden bilebilirdim ? Tüm trenin pasaportlarına 3
saniyeden fazla bakmayan görevliler benim pasaportumu ofise götürmekle
yetinmediler çantamı da tamamen boşaltmamı istediler. Teröristim sanki.
Patlatıcam Belgrad’ı! Trendeki herkes biz 5 Türk’ü bekledi. Sorunsuzca geçtik
AB sınırını da . Artık Sırp topraklarındayız. Sıradaki durak Vırrsak ! Ya da
Vırsıç !
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder