17 Ocak 2015 Cumartesi

Timisoara-Uyumayan İnsanlar Diyarı

     Timisoara, nam-ı diğer Temeşvar (Tımışvar), vakti zamanında Osmanlı’nın yüce adaletinin eriştiği uzak vatan, Devlet-i Ali topraklarından sadece birisi. Yüce gezgin Evliya Çelebi'nin seyahatnamesine göre Sultan IV. Mehmed Han devrinde 1069 [1649] tarihinde Köprülü Mehmed Paşa eli ile Yanova Kalesi fetholup Tımışvar paşasına taht merkezi oldu. O zamanlar "kâfiristan" diye anılırmış.

     Temeşvar’a geldiğimde saat 06:15 civarı idi. Hava yavaş yavaş ağarmaya başlamıştı. Anlamadığım bir şekilde sabahın ilk saatleri olmasına rağmen şehir adeta ayaktaydı. Herkes bir yerlere gitme çabasındaydı.

     İstasyonda bulunan tabelaya göre Vrsac trenim 07:48’de. 1 buçuk saatten fazla vaktim vardı bu şehri ve şehrin insanlarını analiz etmem için. İstasyonda çeşitli manevralar yapan sayısız vagon ve lokomotifler var. Macaristan-Sırbistan-Romanya kesişiminde bulunduğumuz için burası bir aktarma noktası sanırım. Şu an okumuş olduğunuz Balkanlar günlüğümü sanal aleme aktardığım yer olan sevdiğim şehir Eskişehir’i hatırlattı bana. Orası da Marmara’dan Anadolu’ya olan tren seferlerinde aktarma noktası
.
     Romanya’nın her şehrinde olduğu gibi burada da evsiz gypsy’ler. “Allah yardımcıları olsun.” temennisinden başka yapacak bir şeyim yok ne yazık ki.

    İstasyonda hiç görmediğim bir otomat var. Türkiye’de birçok yerde bulunan çeşmelerden istediğimiz gibi su alabiliyor iken burada ki çeşme otomatında ücret ödemek zorundasınız. 2 litre su 50 bani (Yaklaşık 30 kuruş). Hatta arzu ederseniz Avrupa’nın genelinde olan karbonlu sudan da alabilirsiniz. Yapmanız gereken şey 50 bani daha vererek “Carbon” tuşuna basmanız.


     Yaş ortalamasını hesaplamanız imkansız bu istasyonda. 2-3 yaşlarında zırlayan çocuklardan tutun da 80'li yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim ayakta durmakta zorlanan yaşlılara kadar her yaştan insan var.

     Sınır şehri olduğu için yük vagonlarının biri giderken diğeri geliyor. Saatim 07:48’e yaklaştı. Tabeladan öğrendiğim üzere 7. hatta gittim. Trene dair anons yapıldı mı anlayamadım. Ancak yine üzerinde bir açıklama bulunmayan bir banliyö treni. Akıp giden insan kalabalığını takip ederek “Vırsak! Vırsak!” diye de bağırarak Allah’a emanet trene bindim. Trenin kalkış saati gelince kondüktör “Vırsıç!” diye bağırınca doğru trende olduğumu anladım. Demek ki “pronanseyşın”ımda sıkıntı var. İngilizce bilen birine rastlamamış olmam da şaşırttı beni açıkçası.

     Yine kısa mesafe olduğu için rezervasyon yapma gereksinimi duymadım ve boş bulduğum bir koltuğa oturdum. Tam o sırada “Ay şuraya mı otursak?” , “Yok yok gelin kızlar buraya oturalım.” diye yüksek perdeden konuşan Türk kızlarına rastladım. İstifimin bozulmasına müsaade vermeden “Günaydın arkadaşlar. İyi yolculuklar.” dedim ve şaşkınlıklarını keyifle izledim. “Günaydın.” cevabını verdikten sonra arka koltuklardan birine oturdular ve sanatın başkenti Viyana’daki belediye işçilerinin bile Batmanlı olduklarını söyleyen bir arkadaşımın dediğini anımsadım. Ne mutlu bize, Türkler her yerdeler! Kısa bir süre sonra kızlardan birisi yanıma geldi ve “Samet nasılsın?” diye sordu. İşte o zaman asıl şaşkaloz’luk bende oluştu. İsmini bilmediğim arkadaşım meğerse Oradea’da beraber staj yaptığım canım lise arkadaşım Fizyoterapist Fikri ve müstakbel yenge Doktor Ayfer’in arkadaşı imiş. Oradea’ya geldiğinde ayaküstü muhabbet etmiştik kendisi ile. Nasıl da hatırlayamadım! Dünya küçük efendim. Dünya küçük! Küçük! Romanya daha da küçük! Oradea-Timisoara'yı söylemiyorum bile!

     Yine grafitili bir tren.  Çift yönlü koltuklardan umarım doğru istikamette olanına oturmuşumdur. Zira ters yöne karşı bir alerjim var birçok insan gibi. 

     Romanya... Avrupa Birliği’nin en genç üyelerinden. Ama insanları pek de düşündüğünüz gibi Avrupalı değiller açıkçası. AB tartışmasının hız kesmediği güzel ülkem bunlardan daha çok hak ediyor AB üyesi olmayı. Her neyse burası politika yeri değil !

     İnsanların elinde hep kahve bardakları. Biz de kahve deyince bol köpüklü Türk kahvesi , hiç olmazsa menengiç kahvesi gelir akıllara. Çifte kavrulmuş Türk lokumu ya da küçük çikolatacıklar olmadan pek de iyi gitmez. Ama burada bu durum biraz farklı. Kahve siparişi verdiğinizde 2 parmak kahve ile karşılaşıyorsunuz. Ve bununla keyif yaptıklarını sanıyorlar. Gerçekten çok ilginç!


     Sırp sınırına geldik sonunda. Balkanlara yaklaştıkça hava daha da dengesizleşiyor. Yağmur damlaları altında Avrupa Birliği topraklarından çıkıyoruz. Moravita Sınır Kapısı'ndayız. Meşhur Sırp milliyetçiliği yüzünden adil olmayan bir pasaport kontrolü ile karşı karşıyayım. Aynı durum ile Makedonya-Sırbistan arasında tekrar karşılaşacağımı nereden bilebilirdim ? Tüm trenin pasaportlarına 3 saniyeden fazla bakmayan görevliler benim pasaportumu ofise götürmekle yetinmediler çantamı da tamamen boşaltmamı istediler. Teröristim sanki. Patlatıcam Belgrad’ı! Trendeki herkes biz 5 Türk’ü bekledi. Sorunsuzca geçtik AB sınırını da . Artık Sırp topraklarındayız. Sıradaki durak Vırrsak ! Ya da Vırsıç ! 


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder