4 Şubat 2015 Çarşamba

Belgrad'dan Üsküp'e... Üsküp'ten Ohrid'e Bir Seyyah Efe...

     

     Belgrad-Üsküp trenindeyim.




     Oradea'dan itibaren içimi pırpır eden yolculuk heyecanı, Belgrad'da sarf ettiğim efor ve hava değişikliği nedeniyle Üsküp treninde göz kapaklarıma hakim olamadım. Koltuklar da inadına rahat olunca dayanamadım ve homurdana homurdana keyif uykusu çaktım. Zira sabah Üsküp'ten direkt olarak Ohrid'e geçeceğim ve o doğanın her kilometresini ayık kafayla zihnime kazımak istiyorum. 
     
     Tabi her istediği zaman uyuyamıyor Ademoğlu. Uykunun tutmadığını anlayınca açıverdim odacığımın ışığını. Başladım size sunmaktan mutluluk duyduğum gezi notlarımı yazmaya.

    

    İnanın şu an neredeyim bilmiyorum. Sırp toprakları mı, Makedon toprakları mı onu da bilmiyorum. Belki de Üsküp'ü geçtik Yunan topraklarındayız Selanik'e doğru gidiyoruz. Trenin koridoru ıssız mı ıssız. Hadi insan dolu diyelim kime sorabilirim ki nerede olduğumuzu ? İngilizce bilen var mıdır ki ? Belki Türkçe konuşan bulurum. Türlü düşünceler ile koridora çıktım, fakat tüm odaların kapıları kapanmış ve perdeleri örtülmüş. En iyisi tren raylarından çıkan sesler ile kendi melodimi yaratarak dışarısını seyretmek. Hava zifiri karanlık. Dışarıda göz ile seçilebilecek raddede bir soğuk var. 

     Sonsuz karanlık çölünde nurlu bir simaya bürünmüş devasa Milenyum Haçı (Gerekli bilgiyi Üsküp yazımda bulabilirsiniz.) selamlıyor sizi Makedon topraklarında. 

     Üsküp istasyonunu kaçırma korkusu içimde kocaman bir aleve dönüştü. Neden böyle telaş yaptım ki ben şimdi ? En fazla Selanik'te inerim. Ya da Yunan sınırında inerim biraz bekleyince geri istikamete giden tren veya herhangi bir otomobil ile istediğim yere giderim. Zira zaman sıkıntım da yok. Sakin ol şampiyon ! Az önce Sırp kondüktör geldi, anlamadığım bir şeyler söyledi ve içgüdüsel olarak "Yes" diye karşılık verdim ve gitti. Sonradan "Bu adam ne dedi acaba ?" diye tüm varyasyonları kafamda değerlendirirken "Thessaloniki?" diye sormuş olabileceğini fark ettim. Eyvaaah ! Şimdi bu adam benim Selanik'te ineceğimi sandı ve bir daha uyarmaya da gelmeyecek. İstasyon nöbeti başlasın! 



   
     Bir süre sonra büyük bir istasyonda durduk. Vagonun büyük kısmı burada inince Üsküp'e vardığımızı düşündüm. Çünkü mevcut saat ile tahmini varış saati aşağı yukarı aynı. Sürü psikolojisinin en güncel örneğini sergileyerek insan güruhunu takip ettim. Karaya bastığımda "Skopje ? Skopje?" diye seslendim etrafa. Yardımsever bir bayan "Tu ? Go go go ?" gibi bir şeyler söyledi. Kolumdan tutulup zorla vagona sokulunca yanlış yerde olduğumu fark ettim ve ilk bulduğum vagona atladım. Sonradan fark ettim ki "1st Class" vagona binmişim. 2. sınıf vagondan tek farkı yatak moduna bile geçmeyen koltuklarının yırtılmış derilerden yapılmış olması. Bu nasıl "birinci sınıf" kaaardeşim ?! 

     Meraklı ve korkulu gözlerle karanlık çölüne daldım bir kez daha. Sıra ile birçok köyümsü yerleşim birimlerinden geçiyoruz. Köylerdeki mimari özellik bizimkinin tıpkısının aynısı. Sanki BalkanRail değil de YozgatRail yapıyorum.




     Birinci sınıf vagonda tek başıma olduğum için koridordan geçen her görevli bana bakıp geçiyor. Ne bakıyorsunuz arkadaş ! Birinci sınıftada mı gitmeyaaagghh... (Çok çirkinleştim, farkındayım)

     "Üsküp'e gelmek üzereyiz Samet uyuma !" diye kendimi tutmaya çalışırken bir anda vagona kolunda Sırbistan armaları olan polisler doluştu. Bu da ne şimdi ? Meğerse daha Sırp topraklarındaymışız. Ne kadar da rötar yapmış tren ! Ohrid'e erken saatte ulaşabilirim umarım. Ama bundan daha önemli bir sıkıntıyı sezdi yüreğim. Çünkü az önce Sırp polisi anlayamadığım bir şeyler söyledi yüzünde bir tiksinti ile. Ben de "No, İngliş." dedim. Muhatap olmak istemediğim için İngilizce bilmediğimi ifade ettim. Az önce Milenyum Haçı'na benzettiğim nesne de çakma çıktı. Daha çooook yolumuz var anlaşılan. Bu seferlik sınırda sıkıntı çıkarmadı polisler. Tabi bunun bir de dönüşü var. 



     Hayal kırıklığına uğramış bir şekilde Makedon topraklarında yolumuza ilerlerken içerisinden geçmiş olduğumuz köyde sabah ezanı okunmaya başladı. Bu nasıl bir huzurdur. İtiraf etmeliyim 3 aydır yaptıklarım ve yaşadıklarım ile manevi anlamda iyice uzaklaşmıştım asıl benliğimden. 3 ay sonra gördüğüm ilk cami ve duyduğum ilk ezan. Bu kadar olacağını tahmin edememiştim. Kendime getirdi beni bu Sabâ makamı. Ne güzel de geliyor kulağa. Bana bu imkanları sağladığı için tekrar binlerce şükür yaradana.  


    
     Hava da zifiri karanlıktan tan mavisine doğru geçiş yapıyor yavaş yavaş. Bu arada Sırp sınır kapısından yaklaşık 1 saat önce hareket etmiş olmamıza rağmen pasaportum henüz elime ulaştı. Sol kolunda Makedonya bayrağı olan bir polis getirdi pasaportumu. Ve "Hayde komşu!" dedi yüzüme gülerek. İşte sınırın iki tarafındaki farklı iki muamele. Kendi ülkemdeki gibi huzurlu hissettim bir anda kendimi. Daha Üsküp veya Ohrid'e gelmeden böylesine iyi bir muhabbetle karşılaşmış isem gideceğim yerler nasıl olacak acaba ? Heyecanla bekliyorum. 



    1 saat geç de olsa Üsküp'e varmayı başardım. Üsküp ile ilgili geniş yazımı Manastır dönüşü okuyabilirsiniz.









     Üsküp'te ilk defa gördüğüm bir uygulamayı sizinle paylaşmak isterim. Otobüs terminali ile tren garı altlı üstlü şekilde planlanmış. Üst kat tren garı, alt kat otobüs terminali. Ohrid otobüsüne bilet almak için hemen alt kata indim. 










     Üsküp-Ohrid arası 450 Makedon Dinarı (MKD). Otobüs terminalinde döviz ofisi bulabilirsiniz. Burada da şöyle bir uygulama var :  Bizdeki gibi ayrı ayrı Kamil Koç, Nilüfer ya da Öz Bilecik Seyahat gibi ayrı ayrı yazıhaneler yok. 3-4 adet yan yana pencereden oluşan bölümden alıyorsunuz biletinizi. Gitmek istediğiniz yeri ve saati söyleyince onlar en makul sefer biletini size veriyorlar zaten. Perona geçerken kapıdaki görevli biletinizin bir kısmını yırtıyor. Ve otobüse binmek için hazırsınız. Yalnızca büyük çantaları bagaja koyabiliyorsanız. Benim gibi sırt çantası sevdalılar kucaklarında taşımak zorundalar.

     Yanıma Amerikanvari Makedon bir arkadaş oturdu. Üsküp'te üniversite öğrenci imiş. Ohrid'e hovardalık yapmaya ve keyif çatmaya gidiyormuş. Elmalı nargileyi çok seviyormuş. Bla bla bla...



     Ohrid yolculuğu yaklaşık 3 saat sürüyor. Bir süre sonra yorgunluğa dayanamayarak uykuya dalmışım. Ta ki bangır bangır çalan radyoda "Sütaş Ayran" reklamını duyana dek. Bana her şey ülkemi hatırlatıyor. Çok mu çok özledim. Yolculuğun tam yarısında bizim Romanya'daki Karpatlara benzer bir zirvede 15 dakikalığına mola veriyorsunuz (Hemen sahiplendim Romanya'yı da). İhtiyaçlarını giderebileceğiniz bir tesis yapmışlar vesselam. Oradaki büfe tarzı yerden insanların aldığı ve adını bilmediğim çörek tarzı yiyecekten alın mutlaka. 




     Aman tanrım arkamı döndüğümde bir de ne göreyim. Yol üzerinde bir tabela mevcut. "MIRE SE VINI - KOMUNA E KERÇOVES" yazıyor. Anlamını anlamadığınızı anladım. Altında yazanı da buyrunuz efendim : "HOŞGELDİNİZ - KIRÇOVA BELEDİYESİ". Türkçe bir tabela ve gözlerimden süzülen bir damla gözyaşı. O kadar gururlandım ve mutlu oldum ki kelimeler kifayetsiz kalır. Trende iken sabah ezanı şimdi de Türkçe tabela. Ne güzel hislerdir bunlar. 



     İrili ufaklı köylerin içerisinden geçiyoruz. Kiliseler ve camiler yan yana. Mezarlıklarda Müslüman ve gayrımüzlüm mezarları da birbirine bitişik durumda. Ölülerini bile beraber saklıyorlar toprak altında. Ne güzel bir görüntüdür bu. Umuyorum ki böylesine hassas bir konuda sıkıntı yaşanmıyordur toplumda. Fakat geçtiğimiz köylerde ilgimi daha da çeken bir husus var : Bazı köylerde direklerde Makedonya bayrakları varken bazı köylerde Arnavutluk bayrakları yer alıyor. Hatta bazılarında her iki ülkenin bayrakları beraber dalgalanıyor. 

     Arka koltukta oturan dillerini anlayamadığım çiftten bayan olan merada otlayan koyunları görünce bi sevindi bi sevindi. Arkadaş hayatında ilk defa koyun görüyor sanırım. 

     Uzun sürdüğünü düşündüğüm (Oradea-Timisoara-Vrsac-Belgrad-Üsküp-Ohrid) bir yolculuk sonunda Ohrid'e ulaştım.  Henüz 2. günüm ama bulunduğum 3. ülke ! Bakalım değecek mi ? Asıl Balkanlar şimdi başlasın !

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder