MANASTIR
(BİTOLA)
Manastır... Belki size ilginç gelecek ama çocukluğumdan
beri hayalini kurduğum şehirlerden biri. Sonunda bu esrarengiz ve sevimli Makedonya
şehrindeyim.
Ülkenin Üsküp’ten
sonra 2’inci büyük şehri. Biz her ne kadar Manastır olarak bilsek de bu isim
Yunanca’dan kalma imiş. Şehrin şu an ki adı Osmanlı döneminde kullanılan
Bitola. Yaklaşık 100bine dayanan nüfusu ile dümdüz Palegonya Ovası’na
kurulmuş. Kardeş şehri ise cağğnıım Bursa’m. Yükselti yok denecek kadar az.
Yeşillikler içinde bir yer. Zaten Ohrid – Manastır (ya da Bitola) yolu da yemyeşil.
Sanki Karadeniz turu yapıyorum. Sağınızda orman, solunuzda nar bahçeleri. Dilinizde
“Bitola, moi roden kraj” nağmeleri. (İtiraf ediyorum aylar sonra
Türkiye’ye geldiğimde hala dilimdeydi bu hoş türkü.) Türkçesi ise “Bitola,
benim güzel memleketim.” demek imiş. Denildiği kadar güzel mi, bakalım gezip
göreceğim.
1990'ların Türkiye’sinden
kalma eski 403’lerden virane bir otobüs ile yolculuğum tüm hızıyla devam
ediyor. (Hep kullanmak istemişimdir ‘tüm hızıyla’ ifadesini. Sonunda!) Otobüsün
yaş ortalaması ben diyeyim 50, siz deyin 55. Sanki Ohrid’in ve Manastır’ın tüm
tonton teyze ve amcaları beni beklemişler seyahat etmek için. Arkamda oturan
amca da sağ olsun Ohrid’den çıktığımızdan beri Tarzanca bir lisan ile telefonla
konuşuyor. Arada inşallah, maşallah dışında Türkçe kelimeler de kulağıma
çarpıyor. “Haydiiiii, nerdedir big toto.” “Öyleee?” “Onundur bir toto.”
“Şenol’a dedim ki var ben.” “Haydi sağolasaaan.”
Manastır Askeri Lisesi Müzesi’ndeyim.
Seni ilk gördügümde mermerden bir mozolenin 7 metre altında yatıyordun.
Sonra biraz büyüdüm koca bir adam olarak savaştığın, emirler verdiğin, göğsüne
şarapnel parçasının geldiği Çanakkale'de gördüm seni. Biraz daha büyüyünce 3,5
sene de olsa seninle aynı üniformayı giyerek aynı sıfata sahip olmanın haklı
gururunu yaşadım, "HARBİYELİ" olarak. Hatta aynı sınıftık,
piyadeydik. Tabi fark ettim ki ben büyüdükçe sen gençleşiyordun. Şimdi ise
kendime amaç edindiğim `seni yaşama görevinin` sondan bir önceki adımındayım.
Şu sokakların, koridorların dili olsa da konuşsalar. Anlatsalar askeri
lise`li Mustafa Kemal nasıl biriydi. Anlatsalar Eleni ile aşkınızı. Ya da
anlatsalar yıllar sonra İttihat Ve Terakki olarak muhaliflik nasıl yapıldı bu
evlerde. Anlatılacak o kadar şey var ki zihinlerde...
Dışarıdan bakıldığında küçük bir yapı. Yıllar boyunca tarih kitaplarında ve Anıtkabir’deki maketi ile şekillendirmiştim kafamda. Ancak beklediğim kadar büyük değilmiş. Dış duvarlarına yapılmış grafitiler ve bakımsızlığı içimi cız etti adeta. Böylesine önemli bir yapı neden bu kadar bakımsız eyy Bitola Belediyesi ? Eyy Makedonya Kültür ve Turizm Bakanlığı ! Küçük ve sevimli giriş kapısından mezar taşları ile bezenmiş bahçesine adım attım. Mezar taşları ne alaka ? Ben de bilemedim. Müzenin içerisindeki danışma masasında tatlı dilli bir ablamız karşıladı. 50 MKD vererek bilet almak zorundasınız. Haydi size müze hakkında bilgilerimi arz edeyim :
Şimdiiii... Müze diyorum ama
yeterinde küçük bir yer. Kırmızı halılı merdivenlerden yukarı çıkınca solda ve
sağda olmak üzere iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde 1. Dünya Savaşı’ndan kalma
parçalar var. Silahlar, belgeler, haritalar, yöresel kostümler, arkeolojik
kalıntılar ve aklınıza ne gelirse. Antika değerinde eşyalar olduğu için bu
bölümde fotoğraf çekmek yasak. İlla çekinmek istiyorsanız danışmaya
söylüyorsunuz ve belli bir ücret karşılığında onlar sizin fotoğrafınızı
çekiyorlar. İlk bölüme hızlı bir göz gezdirip hemen beni ilgilendiren ikinci
bölüme geçtim. Mustafa Kemal ATATÜRK anı odası... 9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman
Demirel girişimi ve desteği ile 1998 yılında hizmete açılmış. İçerisinde
Atatürk’e ait birçok obje var. Kitaplar, üniformalar, plaketler, resimler,
balmumu heykel ve bronz büst ve en önemlisi mektuplar. Evet mektuplar. Hele bir
tanesi var. İnsanı kendinden alıyor. Manastırlı Eleni’nin askeri lise öğrencisi
civan delikanlık Selanikli Mustafa Kemal’e yazdığı mektup. Aşk mektubu... Önce bir okumanızı isterim :
Anı defterine içimden ne geliyorsa yazdım ve imzaladım. Müzede Ankara’dan gelen emekli mühendis bir beyefendi ile tanıştım. Eğer kendisi okuyor ise selam olsun. Kısaca hikayemi anlatınca “Helal olsun sana evlat !” dedi, içimi okşadı. Daha sonra küçük Manastır sokaklarında belki beş defa karşılaştım kendileri ile.
Anı defterine içimden ne geliyorsa yazdım ve imzaladım. Müzede Ankara’dan gelen emekli mühendis bir beyefendi ile tanıştım. Eğer kendisi okuyor ise selam olsun. Kısaca hikayemi anlatınca “Helal olsun sana evlat !” dedi, içimi okşadı. Daha sonra küçük Manastır sokaklarında belki beş defa karşılaştım kendileri ile.
Müzede içime dolan tarifsiz
duygu seli ile başladım Manastır sokaklarını keşfetmeye. Mezar taşlarının
arasından geçince karşınızda Şırok Caddesi’ni göreceksiniz. Belgrad’da
Mihalioava Caddesi’ne yaptığım tüm benzetmeler Şırok Caddesi için de geçerli.
Şehrin kalbi niteliğinde. Trafiğe kapalı ve her türlü ihtiyacınızı giderecek
cinsten. Sağlı sollu kafeler, barlar, kitapçılar alışveriş merkezi ve nicesi.
Bu arada AVM’nin önüne gelirseniz “Badem Bitola” adında şifresiz internet ağı
var. (Bu da benden size kıyak olsun.)
Şırok’ta dışında Atatürk
silueti olan “Tarihi İstanbul Dönercisi” bulunuyor. Tavuk döner 80 MKD, et
döner 90 MKD, çay 30 MKD, ayran 30 MKD, fırında sütlaç 70 MKD, mercimek çorbası
70 MKD. Notlarımı aktarırken bi sütlaç olsa da yeseydik.
Her daim Türkçe kelimeler
duyabileceğiniz Şırok Caddesi’nin sonunda şehrin merkezi ve buluşma noktası
olduklarını düşündüğüm tarihi bir saat kulesi ve cami bulunuyor. Gözlerim o
meşhur türküye dize olan meşhur çeşme ve meşhur havuzu aradı.
Manastır kızları hepsi de yavuz
Biz çalar oynarız
Manastır'ın ortasında var bir çeşme
Aman çeşme canım çeşme
Manastır kızları hepsi de seçme
Biz çalar oynarız
Manastır'ın ortasında var bir pınar
Aman pınar canım pınar
Manastır kızları hepsi de çınar
Biz çalar oynarız"
Eski vakitlerdeki önemi ve durumu hakkında edecek lafım yok ama günümüzde bir numarası kalmamış bu çeşme ve havuzun.
"Manastır'ın ortasında var bir havuz
Aman havuz canım havuzManastır kızları hepsi de yavuz
Biz çalar oynarız
Manastır'ın ortasında var bir çeşme
Aman çeşme canım çeşme
Manastır kızları hepsi de seçme
Biz çalar oynarız
Manastır'ın ortasında var bir pınar
Aman pınar canım pınar
Manastır kızları hepsi de çınar
Biz çalar oynarız"
Eski vakitlerdeki önemi ve durumu hakkında edecek lafım yok ama günümüzde bir numarası kalmamış bu çeşme ve havuzun.
Çeşme ve havuzun ardındaki
köprüyü geçip sağa dönünce biraz aşağıda şehir pazarı var. Not etmişim, size
aktarmamak olmaz, domatesin kilosu 20 MKD.
Sıra geldi sonra değineceğim
dediğim kablosuz ağ kaynağına. Tren garının tam karşısında Puknik (Piknik demek sanırım) gibi bir
isme sahip çay bahçesinden bozma, düğün salonu olarak da kullanılabilen bir
açık hava mekanı var. Şansıma kapalı bölümünde düğün vardı. Yöresel danslara olan merakımdan ötürü
kapalı alanın hemen önündeki masaya oturdum. Yine + 60 yaş ortalamasına sahip
olduğunu düşündüğüm yaşlı bir populasyon var. (Buralarda neden hep yaşlı
insanlar var ?) Söylemeden edemeyeceğim giyimleri çok Avrupai. Zevkli bir dans icra ediyorlar içeride. Halay desem halay değil, karşılama desem hiç değil. Ama
müziği ve figürleri çok eğlenceli. Enstrüman olarak klavye ve akordiyon var. Halka şeklindeki gruptan sırası ile birer kişi ortaya geçiyor ve elinde kırmızı
mendil ile çeşitli figürler sergiliyor. Herkes yeteneğini konuştururken
halkanın geri kalanı da ortadakinin yaptığını yapmaya çalışıyorlar. Mekanda
fiyatlar çok ama çok uygun. Bira 50 MKD. Emirhan’ın gitmeden önce sıkı sıkı
tembihlediği “baked chese” 80 MKD. Siparişlerimi beklerken birikmiş notlarımı
yazma vakti.
Baked chese sipariş edince
toprak çömlekte peynirli bir ürün beklerken mantar ızgara geldi önüme. “Yan
masadan mı acaba ?” diye düşündüm ve kabul ettim. Benim peynirli yemek
gelmeyince de bi güzel gömdüm. Biranın yanında da çok iyi gidiyor, haberiniz
ola. Garsona siparişimi sorunca “Geldi ya.” Demesin mi. Siparişler karışmış
anlaşılan. Neyse, nazar boncuğu olsun.
Bu arada Balkanların güney
sınırına yakın olduğumdan mıdır bilinmez mükemmel bir hava var.
Şehir küçük olduğu için
tramvay ya da metro ulaşımı yok. Sadece küçük dolmuşlar gözüme çarptı.
İnsanlar tokalaştıktan sonra
sadece sağ yanaklarını değdiriyorlar. Bayramlarda yüzümüzü yıkamışa çeviren
teyzeleri düşünüce mantıklı geliyor bu gelenek. Türkiye’de olsa en azından
yüzümüzün bir yarısını ıslattırmış oluruz. Sol taraf temiz kalacak.
Tren vakti geldiği için
istasyona geri geldim. Sonunda günlerden pazar olmasına rağmen görevli bir şahıs buldum. Yarım yamalak bir dil
ile Türk olduğumu deyince “Extra Turco” gibi bir şey dedi. “Süper Türk” demekmiş.
Tatlı bir tebessüm ile teşekkürlerimi bildirdim.
1900lü yılların başına büyük kentler arası ulaşımın sadece trenle olduğu düşünürsek Mustafa Kemal kaç kere arşınladı acaba bu kaldırımları ? Bugün ne kadar da ortak anılar yaşadım kendisi ile. Ne mutlu bana bu imkana sahip olduğum ve gezme arzusunu bir an olsun içimden atamadığım için... Müteşekkirim herkese ve sizlere.
Sonunda trenin hareket saati geldi çattı.
Trenin içi tahmin edebileceğinizden daha pis. İnsan bi temizler değil mi ama ? Günün yorgunluğu sebebi ile koltukta sızıverdim. İnsan seslerine uyanınca tek başıma tüm kompartımanı işgal ettiğimin farkına vardım ve paylaşımcı ruhuma engel olamadım yine.
Üsküp’e doğru yol alırken
kondüktör geldi ve biletime tarihi işledi. Hani Latin alfabesi olunca tarih
yazmıyorlardı ? Hani onlardandık ? Ya da onlar bizdendi ? Boşu boşuna biletten bir günü
heba ettik iyi mi ? Tekrar gün hesaplaması yapmam gerekecek anlaşılan. Her
neyse. Üsküp’te görüşürüz.
Haydiiii....
Haydiiii....
La revedere !
Balkanlar'ı okuyayım derken Atatürk hakkındaki düşünceleriniz, sözleriniz duygulandırdı beni. Ne mutlu ki sizin gibi gençlerimiz var.
YanıtlaSilGüzel yorumlarınız için teşekkürler. :)
YanıtlaSil