7 Şubat 2015 Cumartesi

Ohrid - Cennetten Bir Köşe (1. Bölüm)

       
     
     Oradea – Timisoara – Vrsac – Belgrad – Üsküp sonunda yaklaşık 32-33 saatlik bir yolculuk sonunda (Hesaplayamıyorum, o kadar uzun yol oldu.) Ohrid’e varabildim. Planlarıma göre bu güzel kasabada 2 gece kalacağım. Şiddetli uyarı ve ricamdır, Ohrid yazım normalden uzun olacak. (2 bölüm yapmayı düşünüyorum) Birbirinden güzel görseller ile sevimlilik yapıp affınıza sığınıyor ve şimdiden sabır ile okuduğunuz için teşekkür ediyorum.

     Ohrid’de kalacak yer konusunu dert etmeyin derim. Gelmeden önce booking.com ya da hostelworld.com gibi sitelerden pansiyon piyasasına bakabilirsiniz. Ama otogara geldiğinizde Facebook’ta Candy Crush Saga oynayıp, yeğenlerinin resimlerinin altına “Görmeyeli ne kadar da büyümüşsün, tü tü tü.” gibi yorumlar yapan teyze profiline sahip orta yaş üstü bayanlar peşinize takılıyor. “Do you need accomodation ?” diye soruyorlar hep bir ağızdan bir koro edasıyla. “Kalacak yerin var mı yavrucuğum?” diye soruyorlar yani. Beyaz tenli, kısa siyah saçlı, mübarek suratlı, Alman aksanlı olduğunu düşündüğüm bir ablanın sorusuna “No.” diye cevap verdim. Kendi pansiyonunun özelliklerini saymaya başladı. “Göle yakın mı göle ? Benim için önemli olan o.” Diye ara verdirttim konuşmasına, her ne kadar bozulduğunu hissetsem de. Yakın olduğunu söyledi. 7 euro dedi geceliği için. “Come on. 6 euro for 1 night in Budepest. 7 euro is too much. I am from Turkey and I am student.” (Gözünün yağını yiyeyim abla, Budapeşte’de bile 6 euro, 7 euro çok. Hem Türkiye’den geliyorum, öğrenci işi olsun biraz.) dedim. 5 euro’ya kadar pazarlık ile indirttim. Siz de deneyin derim. Buranın insanı pazarlığı, Türkleri ve öğrencileri çok seviyorlar. Sanki kurban pazarlığı yapmış gibi el sıkıştıktan sonra muhabbet ederek pansiyona doğru yürümeye başladık. Neredeyse Taksim Meydanı’ndan Kumbaracı Yokuşu'na kadar yürüdük. Çantamın ağırlığı ve yol yorgunluğu sebebiyle yol bir türlü bitmek bilmedi. Tabi vaziyetten rahatsız olduğumu hisseden abla konu üzerine konu açtı. Çocuklarından, gelinlerinden hatta torunlarının gittiği okuldaki Türk öğrencileri bile anlattı. Dedikodu hat safhada. Fiskos fiskos...

   

    
     Ohrid için yukarıdaki haritada bulunan Jane Sandanski Caddesi üzerindeki pansiyonları tavsiye ederim. Göle yürüyerek 10 dakika bile sürmüyor. Kırmızı ile işaretlenmiş olan otogardan dümdüz yürüyünce VIPS Supermarketin köşesini dönmek suretiyle varabilirsiniz bu caddeye. Tabi daha iyi imkanlarda barınmak isteyenler için göl manzaralı 1-2 kişilik özel odaları olan, kahvaltılı ve turizm amaçlı inşa edilmiş pansiyonlar da var. Yaklaşık 9-10 euro kelle başı. (Lüks tüketim diyor devam ediyorum) Girişimci bir ruha sahip bu Ohrid’liler. 2-3 katlı evleri olanlar ilk kata kendileri yerleşmiş, üst katları da pansiyon haline getirmişler. Odaya yatak, ranza, kanepe, üzeine yatmalık ne bulmuşlarsa atmışlar. Bence gideri var. Kafamı sokacak bir çatı olsun yeter bana. Odada televizyon da var. Banyo için havlu da veriyorlar. Daha ne olsun. Bundan iyisi Oradea’da mercimek çorbası. (İtiraf ediyorum, atasözlerine yeni bir boyut getirme çabasındayım.) Yalnız eğer başka misafir olursa odadaki diğer yatakta yatma ihtimali varmış. Olsun sıkıntı değil, muhabbet ederiz sabaha kadar.

     34 saat sonra artık yatacak bir yatağım var. Odama yerleşip güzel bir yorgunluk duşu aldıktan sonra koridorda beni bekleyen ayağında bir sakatlık olduğunu sezdiğim bir amca ile karşılaştım. Elindeki buzluktan çıkardığı için dış yüzeyi terlemiş bir şişe ile “Balkoni” dedi. Son yıllarda uluslararası siyaset platformunda Türkiye ile özdeşleşmiş bir tamlama olan “Van minut.” diye karşılık verdim tebessüm ederek. Akabinde beni bekleyen bu amcanın sohbeti için sabırsızlanarak balkona geçtim. Alman amcamızın adı “Godze” imiş. Hemen   birçoğunuz gibi aklıma “Alman futbolcu Götze” geldi. Kıkırdamalarını içinden yapmalısın Samet, ayıp olur yoksa!


     Şişenin yanına iki tane de shot bardağı koymuş Godze amca. Şişedekinin ne olduğunu sordum “Rakije” dedi. Ardından ekledi :

 -Türkiye’de buna rakı derler (Hadi canım!). Ama sizin rakı %40 alkol iken bizim rakija’mız %60-%65 alkol içerir. (Bak bak nasıl da hava atıyor.) Romanya’nın genelinde palinka, Romanya-Ukrayna civarında tuika, Romanya-Moldova civarında da halinka derlermiş. (Bak tuika ve halinkayı yeni öğrendim. Bu güzel bilgi başka yeni öğreneceklerim için sadece bir başlangıç idi.) Hem sen Atatürk’ü biliyor ve seviyor musun ?

- Eyy ellerinden öptüğüm Godze amca. 3,5 yıl Atatürk’ün giydiği üniformayı giydim Kara Harp Okulu’nda. Ben de onun gibi bir piyade zabiti olacaktım da hesapta olmayan bazı olaylar sonucu şan ve şerefle giydiğim üniformamı çıkarmak zorunda kaldım. Hatta ona biz “Sarı Zeybek” deriz. Yıllarca zeybek oynadım Ata’ma yaraşır bir şekilde. Asıl sen bilir misin zeybek ne demek ? (Ardından telefonumdan Kostak Ali Zeybeği müziği açarak bir iki figür gösterdim. Mest oldu.) Şöyle de bir şiirimiz vardır:

“Alnından akan teri süzülürken yanaklarından,
Kuburu belinde, camadanı yükselir omuzlarından.
Vatan diye çarpar korkusuz yürekleri,
İşte karşınızda MUSTAFA KEMAL’İN SARI ZEYBEKLERİ!”

Hem Atatürk’ü sevmeyen ölsün. Onun bizim yaptıklarını nasıl görmezden gelebiliriz diye sorarım sana ?
- (Shot bardağını kaldırıp) Şerefe mori! Biz de çok severiz Atatürkümüz'ü. O sadece sizin değil aynı zamanda bizimdir de. Hem sen biliyor musun, Mustafa Kemal’in babası Ali Rıza Bey bizim Ohrid’in köylerinden. Eğer imkanın olursa şimdi anı evine dönüştürülen Ali Rıza Bey’in evini ziyaret edebilirsin. Kocacık Köyü'nde bulabilirsin. Dolaylı da olsa hemşehrimiz sayılır. Bu toprakların çocuğu O. Bizim çocuğumuz O. 

    


     
     Duygulanmamak elde değil. Cennet vatanımdan kilometrelerce ötede Alman bir amca ile Atatürk’ü konuşuyoruz. “E hadi koy birer shot atalım Godze Amca. Gerçi karnım da aç ama gerçek dünya lideri Atatürk’ün şerefine içelim.” Şiddetle tavsiyemdir, aç karınla kesinlikle denemeyin rakije’yi. Boğazınızda oluşan hunharca bir yanma hissi beyninizin kılcal damarlarında son buluyor. Rakije’nin ev yapımı olduğunu ekleyen Godze amca devam etti :

- Ayrıca Türkçe ile Makedonca birçok ortak kelime içeriyor. Sokak, dükkan, çeşme, çarşı, ana, baba, karpuz, börek, ayran, komşu ve nicesi. Bu durum bile aslında aynı millet olduğumuzun göstergesi. Tek farkımız biz Kiril Alfabesi’ni kullanıyoruz. Almanya’da yanlış yapılan bel fıtığı ameliyatından sonra tek bacağım felçli kaldı. Havasının güzelliğinden dolayı Ohrid’e göç ettim. Çocuklar da buradan evlendiler. Artık Alman değil bir Makedon’um ben. Bu arada hayırdır hangi rüzgar attı seni Ohrid’e ?

Valla Godze amca Romanya’da stajyer mühendisim. Balkan turuna çıkayım dedim. Fizyoterapist, kadim dostum, Fikri’nin tavsiyesi sonrasında rotama Ohrid’i de ekledim. Anlat bakalım Ohrid nasıl bir yerdir ? Neler yapayım 2 gün boyunca ? Ne yiyeyim, nerelere gideyim ? Hadi doldur bardakları. Ne kadar da cimrisin. Cebinde akrep mi var ? (İçten bir kahkaha ile rakije’leri tazeledi.)

Ohrid Gölü’müz vardır bizim. Baykal Gölü, Peru’daki bir göl ve ismini hatırlayamadığım bir göl ile beraber (Yavaş yavaş kafa mı oluyor acaba ?) dünyanın en eski 4 gölü arasındadır. En derin yeri 273 metre. Göl kenarına gittiğinde karşı kıyıda göreceğin dağ grubu Arnavutluk’tur. Bu ülke ile sınırımızı oluşturmakta. Cennetten bir köşedir Ohrid Gölü. Camdan daha berrak suyu olup baldan tatlı balıkları vardır. Ben çok yer gördüm gözüm, ama hiç bir yerde bu kadar lezzetli balık tatmadım. Hemen şurada gördüğün dağların ardında ikiz gölümüz vardır. Geçen senelerde araştırma için gelen bilim adamları içinde GPS bulunan bir cihazı o göle bıraktılar. Bir süre sonra cihaz Ohrid Gölü’nden çıktı. Dağların içindeki nehirler ile bağlantılı oldukları için Yunanistan ile sınırımızı oluşturan bu göle “İkiz Göl” diyoruz. Allah’ın hikmeti işte, sual olunmaz. Vaktin olursa Sveti Naum adındaki kaynak yerine de git. Gölü besleyen sular yer altından nasıl çıkıyor ona da şahit ol dünya gözüyle. (Hemen gitti harita getirdi.) Bak buradaki Touristichka Bulvarı'nda Sveti Naum’a giden arabalar bulabilirsin. Burası da Türk mahallesidir. Börek, çorba, çay, kahve, baklava ne istersen bulabilirsin burada. Burası Kanoe Kilisesi’dir. Bin yılı aşkın süredir inadına dimdik ayakta duruyor. Burada kalemiz var. Yanındaki Antik Tiyatro’yu da ziyaret et. Ohrid’in tadını çıkar. (3’üncü kez doldurdu bardakları.) Ayrıca bu rakije bizim adedimizde vardır. Dışarıdan gelen misafirlerimize ilk günlerinde tatlı sohbetimiz ile ikram ederiz. Dün ayrılan Gizem kızımıza da ikram ettik. Çok sevdi. 








     
     Evliya Çelebi durur mu ? O da demiş ki :
- Ohri Gölü'nün (Ohri de denir.) çevresi 15 mildir. Uzunluğuna üçgen şeklindedir. Tam 24 saatte devrolunur. Tatlı sulu, şirin bir göldür. Gölün etrafında 4 tane kale vardır. Bu Ohri gölünde yetişen çeşitli balıklar başka hiçbir diyarın göllerinde olmaz. Özellikle burada olan yılan balığının misk ve amber gibi güzel bir kokusu vardır. Gayet semiz olur. Taze iken defne yaprağı ile kebab edip yiyenin gücü ve kuvveti artar. O kadar besleyicidir. Ehil ile acemi pehlivan güreş etse ehlini beş kerei altı kere yenip, altına alıp galip gelir. Ağrı hastalığı olan biri yese ve balığın başını tuzlayıp kendi başı üzerinde götürse Allah'ın emri ile ağrı hastalığından kurtulur. Başka binlerce çeşit balıklar da yetişir. 

     Ohrid’deki (Balkanların aksine) mükemmel havadan mıdır bilinmez, üstelik aç olmama rağmen 3 shot rakija iyice kendime getirdi beni. (4’üncüleri içiyoruz.) Çok sevdim bu memleketi, daha keşfetmeden. Godze amca bana teşekkür edip Ohrid’i gezip keşfetmem için muhabbete son noktayı koydu. “Hayde haydeeee, go and discover Ohrid.” (Hadi git de Ohrid’i keşfet, pineklemeye mi geldin?) Son şatımı atıp haritayı alıp direkt göl kenarına gittim. Tabi önce karın doyurmak lazım. Aç ayı şehri keşfetmez. Çanlar Kimin İçin Çalıyor adlı şaheserinin sahibi Hemingway’in adından esinlenen Hemingway Cafe’nin hemen yanında Kadeo Lounge Bar’ın karşısındaki ara sokakta “Pizzeria Cosa Nostra” adındaki göle nazır mekanı gözüme kestirip oturdum. Yabancı olduğumu sezdikleri için önce  “Welcome” deseler de İstanbul tişörtümü fark ettikten sonra “Ojgeldiniz.” diye karşıladılar. Garsonlar aşırı derece sıcakkanlı. Menü biraz yabancı geldiği için İstanbul Pizza ve buraların meşhur birası Skopsko söyledim kendime. Bakalım dünyanın genç kızı İstanbul’u pizzada nasıl göstermişler ? Bu arada bira 90 MKD pizza 240 MKD. Bir itiraf, hayatımda yediğim en güzel ve lezzetli pizza. Keşke hiç bitmeseydi. Pizza sonrasında üzerime bir ağırlık çöktü ve çay’sadım. Hemen Türk Sokağı’na gidip tavşan kanı bir çay ve orta şeker Türk kahvesi içmem lazım. Yaklaşık 3 aydır bu ikilinin hasreti ile yanıp tutuşuyorum. Kırmızı alarm! Bu sefer çanlar benim için çalıyor!



     Yine haritayı düzgün bir biçimde kullanarak anında buluverdim bu sokağı. Ve zafer ! Mutlu son ! İSTANBUL ÇAYCISI !



     Bu sokakta herkes Türkçe konuşuyor ! “Ahmet ağabey baklavaciye bej çai.”, “Oooo işler iyi.”, “Maşallah, maşallah.” , “Oynamayın mori kapinin önünde.”, “Rahmet geliyormuş, hazirliklar tamam mi ?” , “Ojgeldiniz efenim”, “Buyurun!”, “Hayde haydeeee...”


     Hiç bir şeye değişmem bu çay denen meredi. 40 saate yaklaşan yorucu yolculuğumun tek dermanı ne diye sorsalar “Çay!” derim hiç tereddüt etmeden. Her ne kadar Çinliler keşfetmiş olsa da bizimle özdeşleşmiş ve Türk kelimesinden sonra telafuz edilen nadide objelerden. Ne mutlu bize, böyle bir nimete sahibiz. Şükürler olsun. Çok  iyi geldi be. “Çayı tazelesene Ahmet abi ?” “Ahmet abi bir bardak daha.” “Ahmet abi 4’üncüyü alayım.” “Ahmet abi bir de orta kahveni içerim hani.” (Kanka olduk Ahmet abi ile, Türkiye’ye kucak dolusu selamları var.) Şu Godze amca ile hoş sohbetimi de unutmadan not edeyim.



     Çay ve kahve faslından sonra en kısa mesafeden pansiyona gittim. Burada da çingeneler var. Ne alaka mori ? Ve uyku ! Tüm dinginliğimi kuş tüyü olmasa da aynı hissi veren yatağıma bıraktım. Güzel bir uykunun ardından kararan havada sahile indim. Yolumun üzerinde gördüğün börekçiden 2 posiyon peynirli börek indirdim mideme. Kaybettiğim benliğimi buluyorum adeta bu memlekette. Bir porsiyonu 20 MKD.



     Sahile inip oteller bölgesine doğru yürüyüş yaptım. Sıra sıra lüks oteller bulunuyor. Balayı için değerlendirilebilir. (Hemen evlendik de balayını düşünüyorum ?!?!?) Nargile  dumanında anılarımı not etmek amacıyla nargileci aradım ama denk gelmedi. (Bu zevki Üsküp’e bıraktım.) Tekrar İstanbul Çaycısı ! Bu sefer çaycıdaki populasyon çoğalmış. Alman, Fransız İtalyan ve Araplar da var. Çaycının karşısında 2 tane lokanta bulunuyor. Kapılarının önlerindeki menüye baktım. Döner, kebap, çorba, kuru fasulye, pilav, ıspanak gibi envayi çeşit yemek bulunuyor. Ama girip denemedim hiç birini. Böreklerim ile mutluyum. Makedon ergenleri sokakta volta atıyorlar. Bisikletin arkasına monte ettikleri yaratıcı  bir zımbırtı diğer dükkanlara çay servisi yapılıyor. Tam da bu sıra yatsı ezanı okunuyor. Üsküp yolundaki kadar etkileyici olmasa da insan huzur ile doluyor. Ve en önemlisi hangi milletten olursa olsun “Allhu Ekber”i duyan saygısından oturuşunu düzeltiyor, müzik sesini kapatıyor, kahkahalarının şiddetini düşürüyor. Ne kadar da muhteşem insanlar var. Dinimiz, dilimiz, soyumuz ne olursa olsun başkalarının değerlerine saygı göstermek en büyük medeniyet göstergesidir.


     
     Ohrid’de kendime mabed edindiğim İstanbul Çaycısı’na Denizli’den gelen bir grup oturdu. Futbol oynuyorlarmış ve bir turnuva kapsamında geziyorlarmış. Kendileri ile tanış oldum, hoş muhabbetleri vardı, selam olsun Denizli Masterlar Futbol Kulubü’ne. Sağ olsunlar öğrenci olduğum için hesap da ödetmediler. Ayrıca çay 30 MKD, kahve 40 MKD.

    Tekrar pansiyona döndüğümde odada kimsenin olmadığına sevinmedim değil. Rahatça yayılabilirim.

     En başta da dediğim gibi Ohrid yazım uzun olacak. O yüzden şimdilik bu kadar yeter. İkinci bölümde görüşmek üzere. Esen kalın. 

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder