21 Şubat 2016 Pazar

Saraybosna - Canlı Savaş Müzesi

     Saat 7 civarında Belgrad’a ulaştım. Güney yönünden geldiğim için ana tren istasyonunda (Beograd Railway Station) indim.




     Gece trende yaşadığım tatsız olaydan dolayı buradan soğudum adeta. O yüzden doğrudan Saraybosna’ya gitmeye karar verdim. Bu Sırplara bir dinar döviz bırakan ahanda böyle olsun ! 



     Önceden yapmış olduğum araştırmaya göre savaş mazisi yüzünden (Bu konuya değineğeceğim.) Belgrad-Saraybosna tren hattı mevcut olmasına rağmen tren sefeleri aktif değil. O yüzden otobüs ile gitmekten başka bir çarem yok. Blablacar gibi diğer seçenekleri de değerlendirebilirsiniz. Ancak orada araç aramaya ne vaktim ne internet imkanım var. 



     Yukarıdaki haritada da gördüğünüz üzere tren garı ile otogar dip dibe resmen. Bizdeki gibi her firmaya ait ofis ya da dükkanlar yok. Ortak gişelerden en az sıra olanına girdim ve “Sarajevo” dedim. 20 dakika sonra Saraybosna arabası varmış. Biletimi almaya müteakip Belgrad’a has ‘pekara’dan yolluk niyetine börek zulaladım. Uzun bir yolculuğa daha dinlenmeden hazırım. Hakkımızda hayırlısı...






     Saraybosna otobüsündeyim.



     Dunav Nehri’ni geçerek Belgrad’dan çıkan ana arterlerden hızla ilerliyoruz. Buraya gelmeden önce de öğrendiğim gibi özellikle Bosna Savaşı’ndan sonra bölgedeki ulaşım ağı şekil değiştirmiş. Önemli yerlere gitmek istiyorsanız Belgrad’a mutlaka uğramak zorundasınız.



     Sırp kesiminde mola verdik. Daha çok olmadı ki. Bu mola da neden ? “Belgrad Metin Tesisleri’ne hoşgeldiniz. (reklamlar) Mola süremiz 30 dakika olup önemli eşyalarınızı araçta bırakmamanız rica olunur.” gibi bir anonstan sonra mola yerini turlamaya başladım. Ortamı saran nahoş et kokusu burnumun direği ile meydan muharebesine başladı. Kokunun kaynağına doğru gittiğimde bir de ne göreyim ? Bizdeki kuzu çevirme var ya. Ortada dönen kuzu yerine domuz ! Şimdi burada domuz yemesiyle alakalı yersiz tartışmaya girmeyeceğim tabi ki. Ancak bu nimet de hiç de hoş kokmuyor. Mekanın etrafındaki ağaçlar bile solmuş kokudan. İhtiyaç molasının gerekliliklerini yerine getirdikten sonra fişşşşek hızında devam eden yolculuğumuz nihayetinde Sırp-Bosna sınır kapısına geldik.



     Boşnak polisler pasaport kontrolü yapıyor. Pasaportumun ön kapağındaki ay yıldızı görünce tebessüm edip “Selamunaleyküm” dedi. Normalde gelen kişi ben olduğum için benim demem gerekiyordu esasında. ”Aleykümselam” dedikten sonra otobüsteki Sırp yolcuların değişik bakışları altında kaldım. “Hahaa naaaber ?” bakışımla artistlik yaparak bacak bacak üzerine attım ve onlara yapılan muameleleri zevkle izledim. Makedonya-Sırbistan sınırına bana yapılan uygulamaları onlara yapıyordu Boşnak polisler. O kadar mutlu ve huzurlu oldum ki. Deli misiniiiiizzz ? Bu uygulamaları tabi ki tasvip etmiyorum. İnsanca yaşamak kadar kolay şeyi neden beceremiyoruz ? Dün gece aklıma geldi bak yine ? Madem insan gibi yaşamak en kolayı Sırp polisler bana neden zor olanı uyguladı ? Neyse ne ! Bosnalılar zamanında katliamları hak etmişler miydi peki ? Onun intikamını almıyorlar mı şu an ? Yardırın memur beyler. Bu adam arkanızda ! (Nasıl da gaza geldiler bi görseniz.) 

     Bosna topraklarındayım.


     İki ülke sınırını nehir ve devamındaki göl oluşturuyor. Aslında nehir kenarında tren rayları var ama dediğim gibi pasif durumdaymış şu an. Umarım en kısa zamanda açılır da birazdan görmeyi umduğum doğa harikalarını trenden izleme zevki edinir insanlar. 



    Eğer bir gün Belgrad’dan Bosna’ya gelecek olursanız şahsi araç ve trenden sonra otobüs son tercihiniz olsun. Ruhunuzu bu muazzam doğa ile doldurun. Küçüklüğümde TRT’de çeşitli resimler yapan rahmetli ressam Bob amcanın tablolarından fırlamış bu manzarayı her hücrenizde hissedin.

- Şuralara mutlu mutlu insanlar çizelim.
- Bosnalıları mı ? Yaşıtlarım savaş görmüş. Nasıl mutlu olsunlar ?
- Olsun biz görevimizi yapalım. Tüm dünya beni böyle tanımıyor mu ? Mutluluk çizicizi Ressam Bob !
- Büyüksün babaaaaaa...

     Uçsuz bucaksız ormanlar, doğal mağara tünelleri, mavinin tüm tonlarını, turkuazın soy ağacını, yeşilin her halini içeren göller, yaylalar, nehirler... Sanki Norveç’te Trolltunga'ya çıkarken o fiyord senin bu fiyord benim dolaşıyorum.

     Seyahat ettiğim otobüs anladığım kadarıyla Boşnak firması. Çünkü sınırı geçtikten sonra domuzlu ekmek arası yiyen gence sürücünün anlam veremediği bir tepkisi oldu. Bu tepki sonucunda ekmeğini çantasına koyan arkadaş, sürücünün anlayamayacağını düşünerek İngilizce küfürler etti. Savaşın izlerini şimdiden hissetmeye başladım. İnsanlar hala çatışıyor. Ne gerek var ? Bu doğada yaşayan insanlar nasıl kötü olabilir ? Yahu neyi paylaşamıyorsunuz ? Neyin karaktersizliği bu ? Ya da müslüman mahallesinde salyangoz satmak gibi bir şey mi ? Hayat tecrübem cevaplamaya yetmedi.

     İrili ufaklı köylerden geçiyoruz. Köy kahvelerinin önünde Bosna-Sırp-Arnavut bayrakları var. Ülkenin içerisine doğru ilerledikçe Sırp ve Arnavut bayraklarının sayısı azalıyor. Bizde Edirne’nin ya da Şanlıurfa’nın sınır köylerinde Yunan (ki şu an gezi notlarımı Atina'dan yazıyorum.) ya da Suriye bayraklarının varlığını (ki güncel uygulamalar büyük abilerin fikirlerinin bu olduğunu gösteriyor.) düşündüm bir an. Haklı bir tepkimiz olur elbet. Ama burada durum tamamen farklı.


     Accık çetrefilli bir yol. Sürekli rampa çıkıyoruz. Hani her çıkışın bir inişi vardı ? (Kendinizi Saraybosna girişine saklayın! ) Rakım arttıkça manzaranın güzelliği daha da belli ediyor kendini. Artık gerçekten mola verilmesini düşündüğüm sırada tam zirvede durduk. Buz gibi kaynak suyu akan çeşme de var. Bilecik'in kireçli suyu, Eskişehir kabalak suyu ya da İzmir Çeşmealtı'nın afedersiniz kanalizasyon kokan suyu ile kendine hayat bulan bu bünyenin bu zirvede içtiği su gerçek su ise önceden içmiş oldukları ne ? Nasıl bir lezzettir bu ? İlaç gibi su mübarek.


     Yenişehir ovasını andıran verimli Bosna ovalarından sonra 15:15 gibi saray şehir Saraybosna’ya vardık. Şehre girişiniz bir tepeden başlıyor. Tüm Saraybosna ayaklarınızın altında. Şehir tepelerin arasına kurulmuş. Vakti zamanında Bosna Savaşı’nda Sırp kuvvetleri bu tepelere tanklarını konuşlandırmış ve güzelim şehri bombalamış. Nasıl bir zalimliktir bu ? Her neyse... Sonra bi inmeye başlıyorsunuz ta ki otogara kadar. Çıktığınız o bütün rampaların intikamını alıyorsunuz adeta !



     Nihayetinde otogara varabildik. Şehrin adında her ne kadar ‘saray’ kelimesi olsa da otogar "virane" resmen. Tepeden şehir merkezini görüp zihnime kazıdığım zahiri haritaya göre otogar ile şehir merkezi biraz küsler birbirlerine. Şehir otogarından merkeze (Başçarşı) gitmeniz için 2 seçeneğiniz var. Bunlardan ilki ve en basiti olanı pazarlık ile taksi tutmanızdır. Otogar – Başçarşı arası 10 Euro’ya taksi bulabilirsiniz. Diğer seçenek ise taksi ile 5 Euro’ya Ilıca’ya gitmeniz ve oradan cüzi bir miktar vererek tramvay ile Başçarşı’ya geçmeniz. Her iki durumda da taksiciler ile pazarlık yapın ve bu fiyatlardan fazlasını vermeyin derim. Taksilerde Euro geçtiğini dememe gerek yok diye düşünüyorum. Ben 2. seçeneği seçtim. Sanırsam Ilıca muhiti Saraybosna’nın bir semti. İsmi aynen Türkçe okunduğu gibi ‘Ilıca’. Acun Ilıcalı buralı mı acaba ? (Tamam kabul ediyorum, kötüydü.) (Ama ya doğruysa ?)

     Döviz bürosu arayarak ufak bir tur attım semt içinde. İrili ufaklı her ihtiyacı karşılayacak dükkanlar bulunuyor. Dükkanların camekanlarında ‘KM’ yazıyor sürekli. İlk başta ‘Kilometre ne alaka? ‘ diye düşünmedim değil. Cahilliğime verin. Ancak döviz bürosuna girdiğimde ‘1 Euro = 2 KM’ yazısını görünce anladım ki buranın para birimi ‘KM’ (mark) imiş. Para birimi konusuna bir parantez açmak istiyorum. Zira, bu bilgi çok ilginicime gitmişti:
***Bosna Para Birimi : Değiştirilebilir Mark
                                      Değiştirmek = Convert
                                      Değiştirilebilir Mark = Konvertıbıl Mark

                                      Konvertıbıl Mark = KM (Kamooonnn)



     Bu gece kalmak için uygun bir pansiyon rezervasyonu yapmak ve telefonumun bataryasını doldurmak için gözüme kestirdiğim bir kafeye oturdum. Burada hostel piyasası birazcık daha pahalı gibi. ‘Hostel Sarajevo Center’ adında bir yere 8,5 Euro’ya rezervasyon yaptırdım.


     Ilıca’dan Başçarşı’ya gitmek için başka seçenekler olsa da siz yine de tramvayı tercih edin. Halktan soyutlanıp taksi kullanmak absürd gelir bana. Ki ilk defa gittiğim bir memleket ise toplu taşıma araçlarını mutlaka kullanamaya çalışırım. Her neyse...
Sosyal medyada yaptığım yer bildiriminde de yazdığım gibi ‘Bosna : Renkli gözlü insanlar diyarı.’ İnsanların neredeyse tamamı nasıl mavi ya da yeşil gözlü olabilir ? Ne güzel bir gen’dir bu böyle ?

     Başçarşı’ya giden sakın ha benim gibi sürü psikolojisine uyup topluluğu izleyerek kalabalığın indiği yerde inmeyin. Yoksa fazlasıyla yürümek sorunda kalırsınız. Başçarşı son durak oluyor. Dolayısıyla tramvayın tamamen durmasını bekleyin.

    Akılsız başın cezasını çeken ayaklarım bir süre 70 kiloluk bedenimi taşıyarak (siz bu yazıları okurken 80’e çıktı) (Canan Karatay'ı bulun bana ! ) hosteli buldum. Daha dün açılmış ve uluslararası ilk misafirleri benmişim. Kapıda karşılandım adeta. Çalışanları çok güleryüzlü. Yorgunluk atma safhasından sonra resepsiyondan aldığım harita ile şehri turlamaya başladım.




     Şimdiye kadar birçok yer gezdim ama buradaki şehir haritası en beğendiğim oldu şüphesiz. 1’den 40’a kadar şehrin önemli yerlerini numaralandırmışlar. İlk başta gaza gelip "40 numaraya kadar giderim la" demişsem de 1’den 4-5’e kadar takip ettim anca. 


     Başçarşı’nın tam ortasında Bursa Fomara Meydanı’nın da merkezinde bulunan çeşme var. Burasının tarihi objelerinden birisidir kendisi. Bursa’daki gibi buluşma mekanı. Her ne kadar hava kararmış olsa da yağız delikanlılar kara incileri'ni, garagız'lar da çoban yıldız'larını beklemekteler. 

     Bugün Bosna-Kıbrıs futbol müsabakası varmış. Tarihinde ilk kez son dünya kupasına katılan Bosnalılar için futbol, heyecan demekmiş bugün anladım. Stadyum, Başçarşı’ya taşınmış adeta. Kısa süre önceki geçmişinde türlü acılar yaşayan Bosna’da herkes tek yürek olmuş takımlarını destekliyor. 



     Başçarşı’da bulunan börekçilerden börek yiyiniz. Bir porsiyon börek 2-3 Mark arası değişiyor. Ama verdiği haz ve sahip olduğu lezzet paha biçilemez. Bosna'da midenize ve ruhunuza hitap eden her lezzeti bulabilirsiniz. Çay, kahve, döner, kebap, baklava ve daha niceleri...


     Yarın sabah tren ile Mostar’a gideceğim için şimdiden tren garının yerini öğrenmem gerek. Çünkü sabah erken saatte olan treni kaçırma lüksüm bulunmuyor. Gar da oldukça uzaktaymış. "Yürü ya kulum" hesabı başladım yürümeye. Başçarşı – tren garı arasında oldukça gereksiz sistemlerle aydınlatılmış büyük büyük AVM’ler bulunuyor. Garda bulunan listeden de teyit ettiğim gibi sabah 6:50’de Mostar trenim var. 


     Gar dönüşü tekrar tramvayı kullandım. Şehirde mantıklı ve güzel bir tramvay hattı bulunuyor. İstediğiniz birçok noktaya gidebilirsiniz. Tramvayın içi kalabalık ise biletsiz de binebilirsiniz. Üzerimdeki İstanbul tişörtünü gören yaşlı Türk bir çift ile konuştum. Balıkesirlilermiş. Beyefendi emekli subaymış. Yazlıkları varmış. Çok değil, 2-3 sene önce hayalini kurduğum hayatı yaşıyorlar. İmrendim. Selamlar, saygılar kendilerine.




     Anlattığım gibi şehir merkezi, Başçarşı demek. Buraya geldiğinizde şahit olacaksınız ki her taraf harabeler ile dolu. Malum Bosna savaşından sonra Bosnalılar onarmamış bu harabeleri. Üstüne üstlük "Canlı Savaş Müzesi" haline getirmişler şehri. Büyük çaplı enkazların önünde gerekli açıklamalar da bulunuyor “Şu tarihte şu bomda isabet etmiştir” diye.

     Yeri gelmişken Bosna Savaşı’ndan da biraz bahsederek gözlerinizi ütülemek istiyorum: (kaynak wikipedia)

     Bosna Hersek'te 1 Mart 1992 tarihinden 14 Aralık 1995 tarihine kadar sürmüş olan bir savaştır. Üç yıldan fazla süren bu savaş sırasında 100.000 - 110.000 kişi hayatını kaybetmiş, 2 milyon kadar insan da yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır.


      Sovyet Birliği'nin dağılması, Berlin Duvarının yıkılması sonrasında Batının Balkanlardaki çalışmaları da bu bölgede patlayan savaşlarda oldukça etkilidir. Vatikan, Avusturya ve Almanya, Hırvatistan'ı Yugoslavya'dan ayrılmaya teşvik etti. Hırvatistan'ı çok geçmeden Bosna izledi. 29 Şubat - 1 Mart 1992'te Bosnalı Hırvatlar ve Bosnalı Müslümanlar bir bağımsızlık referandumu düzenlediler ve sonuç yüzde 99.7' ile Yugoslavya’dan bağımsızlık ilanı yönünde oldu.


     27 Mayıs 1992'de, kuşatma altında bulunan Saraybosna'da, Vase Miskin sokağında meydana gelen patlama sonucunda 17 sivil hayatını kaybetti, 108 kişi de yaralandı.Onlarca sivilin ölmesi üzerine İngiltere Başbakanı, ABD Başkanı, Türkiye Dışişleri Bakanı ve başka siyasi liderleri hemen bu korkunç olayın Sırplar tarafından yapıldığını anlamıştı. Neticede, üç gün sonra, 30 Mayıs 1992'de, BM Güvenlik Konseyi, Sırpların yaptığı ekmek bekleyen insanlara saldırı nedeniyle Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'ne petrol satışının yasaklanması ve hava bağlantısının kesilmesini de kapsayan geniş bir ekonomik ambargo uygulanmasını kabul etti.

     Üç yıl boyunca Sırplar uluslararası hiçbir konvansiyona kulak asmayarak insanlık dışı uygulamalarını pervasızca sergilediler. Soykırım ise savaş başladığından beri Sırpların başvurduğu yegane savaş yöntemiydi. Daha savaşın ilk evrelerinde Nisan1992’de Srebrenitza’nın hemen dışında bulunan Bratunac köyünde yaklaşık 350 Bosnalı Müslüman Sırp ve özel polis güçleri tarafından işkenceye tabi tutulmuş ve öldürülmüştü. Müslümanlar bölgeye uygulanan ve en çok kendilerinin zarar gördüğü ambargodan ötürü hafif silahlarla ve az sayıda mermi ile karşı koymaya çalışıyordu.
     Bosna Savaşı’nın sonlarına doğru Müslümanların birçok cephede zafer kazandığı bir sırada öne çıkarılan Dayton Barış müzakereleriyle savaşın sona ereceğini gören Sırplar, avantaj elde etmek için iki stratejik kent olan Gorajde ve Srebrenica’yı ele geçirmek maksadıyla bu iki kente saldırdılar. BM tarafından güvenli bölge olarak ilan edildikten iki yıl sonra Srebrenica, 1995 yılının yaz ayında toplu katliamın kurbanı oldu.
     Srebrenica çevresindeki ilk toplu mezarları ortaya çıkararak Pulitzer Ödülü kazanan Amerikalı gazeteci David Rohde bu tavrı eleştirerek şöyle dedi: “Uluslararası camia taraflı bir şekilde binlerce insanı silahsızlandırmış ve sonra da onları en azgın düşmanlarına teslim etmiştir. Srebrenica, uluslararası camianın felaketin uzağında durduğu bir durum değildir. Aksine, uluslararası camianın eylemleri katilleri cesaretlendirmiş, onlara yardım etmiş ve işlerini kolaylaştırmıştır. Srebrenica’nın düşmesi gerçekte olması gereken bir durum değildi. Binlerce iskeletin Doğu Bosna’da oraya buraya saçılmasına hiç gerek yoktu. Binlerce Müslüman Bosnalı çocuğun Sırplar tarafından boğazlanmış babalarının, dedelerinin, amcalarının ve kardeşlerinin hikayesi ile büyümesine hiç gerek yoktu.”
     Savaşın ilk aylarından başlayarak Birleşmiş Milletler temsilcisi ve Avrupa Birliği temsilcisi savaşı durdurmak için taraflarla müzakereler yaptılar. Bosna-Hersek'i etnik açıdan 3 bölgeye ayıran çeşitli haritalar çizildi ve taraflara sunuldu. 1994 yılında NATO uçakları BM'in ilan ettiği uçuş yasağını uygulamaya başladılar. Böylece Sırpların hava üstünlüğü kaybolmuş oldu. Mart 1994 tarihinde Boşnaklar ve Bosnalı Hırvatlar anlaşmaya vardılar ve birbirleriyle savaşmaktan vazgeçtiler.

     28 Ağustos 1995'te Saraybosna'daki Markale pazarına Sırplar tarafından atılan bombanın patlaması sonucu 37 kişi öldü, 90 kişi de yaralandı. 30 Ağustos 1995'te, en son UNPROFOR askeri de Bosna Sırp topraklarından ayrılır ayrılmaz NATO uçakları Sırp Cumhuriyeti’nde seçilmiş bazı hedeflere bir dizi hassas vuruş yaptılar. Bosna Sırp askeri birliklerine yönelik NATO bombardımanı için gerekçe olarak Markale'deki silahsız Boşnaklara karşı saldırı ve Srebrenitza katliamı gösterildi. Hırvat, Boşnak ve NATO saldırıları karşısında uzun süre dayanamayan Sırp birlikleri, Ekim ayında teslim olmak zorunda kaldı.

     NATO baskıları sonucu İzzetbegoviç, Tudjman ve Miloseviç anlaşma masasına oturdular. 21 Kasım 1995'de Dayton Antlaşması kabul edildi. 14 Aralık 1995'de bu antlaşmanın son halinin imzalanmasıyla birlikte Bosna Savaşı son bulmuş oldu.

     İçimizi dram kapladı farkındayım. Ancak tarafsız olarak wikipedia'da yer alan savaş kronolojisi bu şekilde. Ne gerek vardı bunca acıya ? Ne için yani ? Din, dil, ırk farklılıkları böylesine acıları yaşamaya ne kadar değer ? Bu şehre geldiğinizde "Canlı Savaş Müzesi"ni de gördükten sonra gerçekleri daha da görür olacaksınız. Neyse... Biz anılarımıza ve gezi maceralarına geri dönelim.

     Sabah 6 gibi kalkıp tren garına doğru yol aldım. Bu güzel şehirde mecburiyetlerden dolayı sadece bir gece kaldım. İlk fırsatta tekrar görmek ümidiyle.

     Kendine iyi bak Bosna. Sana ihtiyacımız var.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder